Perdesinin açılmasının çıkardığı sesle uyandı Yıldız. Annesi onu uyandırmak için onu öpünce pazartesi olduğunu hatırladı. Hafta yine başlamıştı. Sonsuza kadar da başlayacaktı zaten. Sonsuza kadar bir yandan saçma bir ifadeydi, kadar zaman belirtiyordu sonuçta.
O gözlerini aralamaya çalışırken annesi başını okşuyordu.
"Güzel kızım, uyan hadi."
Yıldız gözlerini araladığı anda canı acıyordu, uyuması gerekiyordu. Odasının camının dibindeki küçük mermer rafta duran saate baktı. Kol saatine pil taktırmaya gittiklerinde yetmiş liraya almıştı o saati. Saat yedi kırktı.
Annesine uyumak için yalvardı ve sekize kadar uyuma izni aldı. Duvara doğru döndü. Yarım kalan rüyasına devam edemeyeceği için devamını hayal etmeye koyuldu. En son LPS konserindeydi, grup elinde bir kupa tutuyordu ama neydi...
Devamını hayal edemeden tekrar uyuya kaldı.
Saat sekiz olunca annesi gelip onu uyandırdı. On dakika ayılmaya çalıştı, ayılamayınca tuvalete gitti. İşini halledip tartıya çıktı.
70.8
1.70 boyundaki bir kız için fazlaydı kendine göre. Aynadaki haline baktı. Önce göbeğini açtı, kenarlardan taşıyordu. Bacakları çok kalındı. Burnu genişti. Saçları kabarıktı. Yemek yemek istemedi.
Odasına gidip üstünü giyinmek için uğraşmaya başladı. Regl olmuştu ve karnı ağrıyordu. Siyah pantolonu yerine siyah eşofmanını giydi. O giyinirken annesi odasının kapısından içeriye girdi. Üstünde kusmuk yeşili kabarık montu vardı. O mont onu kilolu gösterdiği için Yıldız montu annesine vermiş, kendisinden iki yaş büyük yağmurluğu giymeye başlamıştı. Siyah yağmurluk güzeldi, kabarık değildi. Sadece cepleri küçüktü.
"Ben çıkıyorum, sen ayakkabını bağlarsın değil mi?"
Başını salladı. Annesi ona el sallayıp odadan çıktı. Birkaç saniye sonra ev kapısının kapanma sesi geldi.
Lisede olsa da yeni öğrenmişti ayakkabı bağlamayı. Biraz aptal olduğunu düşünüyordu, genel hedefi başka bir ülkeye gidip annesini gururlandırmaktı. Babasının ondan ne istediğinin farkında değildi. Herhalde zayıflasa ona yeterdi.
Üstünü giyinmeyi bitirince çantasını, kulaklığını ve telefonunu alıp mutfağa gitti. Dünden kalan çay suyunu ısıtırken bir yandan termosunu çıkardı, kahve koydu, okula giderken dinleyeceği şarkıyı seçti. Su ısınınca termosa suyu doldurdu, çantasına koydu ve anahtarını da alıp evden çıktı. Çantasının ağırlığı yüzünden sırtı acısa da boşverdi. Evden okula olan yokuşunu çıkmaya başladı.
O kaldırımda yürürken yoldan geçen okul servislerine gözü çarpıyordu. İçindekiler çoğunlukla küçük ilkokul çocuklarıydı. Eski günleri özlediğini hissetti. Gerçi ilkokul da iyi miydi ki?
Birinci sınıfın ilk haftasında tuvalette kilitli kalmıştı, ikinci sınıfta en ön sırada oturan bir kız tarafından kilosuyla dalga geçilmişti ve o zaman fark etmişti sınıfın en şişmanı olduğunu. Utancından etek giymeyi bırakmıştı. O zamandan beri hiç okula etekle gitmemişti.
Normal hayatta da hiç dizüstü etek giymemişti gerçi, o ayrı konu.
Üçüncü ve dördüncü sınıfta arkadaşız kalmıştı, eve gelince hiçbir şey anlatmıyor ve odasına çekilip kitap okuyordu. Kitapları ailesi kitap okumaya da hep sevmişti, kendi de az da olsa yazabildiği için belki de.
Düşüncelerinden ayrılıp okulunun olduğu yola girdi. Onun yakınında yürüyen onlarca öğrenci vardı.
Okula girip hızlıca sınıfına çıktı. Üst kattaki sınıflara çıkmak o küçükken de zor olmuştu, nefes nefese sırasına oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Amare
General FictionSen ve ben Tanrı'nın buluşturduğu iki genç kızız, eğer Tanrı ayrılmamızı istiyorsa ayrılmak zorundayız.