BİR HİKAYE BİRAZ MASAL BİRAZ ŞİİR

1 0 0
                                    


Kara trenle başladı bu hikaye ...
Aydınlığa, insanca yaşamaya, umut taşırdı katar katar.
Kimi İstanbul a, kimi Ankara ya, kimi Almanya ya
Ne hayaller taşırdı.
Adına ne çok türküler yakıldı ...
İs kokar, tütün kokar, özlem kokardı , koridorlar,
Yataklı vagonlar localar.
Yük taşır, insan taşır, dert taşırdı.


Kimi hasta, büyük şehirlere, ameliyata gider, kimi asker oğlunu ziyarete...

Eski kokar, açlık kokar, kış kokardı.
Tayini çıkmış bir öğretmen çocuklara masal anlatırdı.
Birkaç vagon asker kışlasına gelir, acemi eri...
Yüreğin de sızı hasret içinde her biri.

Büyük bir şehir e göçmek,
Gurbetin suyunu içmek,
Belki bir gece kondu, sahiplenmek.
Ve dahası ekmek...
Çoluk çocuğa okul, gençlere iş fabrika .
Umut....
Açlıktan, susuzluktan. kardan, kıştan dahası... Ölümden kandan vaz geçmek.
Yeşil yaylaları, karlı dağları terk edip gitmek.

Sanki hiç yokmuşçasına,
Hiç olmamış, hiç doğmamışçasına...

Çocuklar istasyonlarda gazete satardı.
Bekleyenin kalbi bir başka atardı.

Bende bekliyordum...
Doğu ekspresini birinci peronda, asırlık Haydarpaşa garında.
Hasret sona erecek sevdiğim, gelecek .
Zalim bir ayrılıktı bu, bugün hasret bitecek.
Sen gelme ben geleyim diyordu.
Belli olmaz unutmazlar, bir kör kurşun keser yolunu,
Son yazdığı mektup elimde duruyordu.


Hasret kokan gurbet tüten gecelerime sabah oluyordu ...
Sigaradan sararmış parmaklarım, ikinci paketi açıyordu.

Peronlarda martılar uçuşuyor,
Sabaha karşı şehir uyukluyordu.
Çoluk çocuk, ihtiyar...
Yatak ,yorgan bohçalar,
Gariban bir kalabalık.
Yoksulluk Marabalık...

Yerleşik düzene geçememiş!
Bir türlü bir yere yerleşememiş.
Mülteci kaderi yaşayan ben.
İlticanın tillahını yaşadım ezelden.


Her vardığım durak, sanki alın yazım kaderim.
Hiç kurumadı sırtım da ve alnım da terim.
Kaç kaburgam kırık bilmiyorum.
Çoğu zaman yüreğimi hissetmiyorum.
Kaç bıçak yedim bir dilim ekmek için.
Bir yudum nefes biraz özgürlük için.
Ne yaralar açıldı içimde.
Tarifsiz bir biçimde.

Evsiz yurtsuz hele ki sensiz
Geçmiş ardımda karanlık bir iz.
Olur muydu ikimiz?
Olur muydu düzene karşı?
Dağlar dumanlı.
Dağlar arşı, arşı.
Bir oda bir  sofra değil miydi hayallerimiz?

Oysa birazdan gelecek tren seni bana getirecek..
Sonunda...
Kırk dakika gecikmeyle de olsa.
Kader bize de gülecek.

Homurdayarak önümde demirden bir dev durdu,
bir duraksadı .
Ne olurdu şimdi pencereden baksaydı?

İki vagon geriden kulağıma sesi geldi.
Siyah deri çantasıyla, merdivenlerden kalabalığı deldi.
Gözleri beni arıyordu.
Koştum kucakladım, sarıldım...
Sarıldık doyasıya ilk defa...
Utanmadık eller ne derse desin duymadık, umursamadık...
Kokusu hiç değişmemiş...
Bir çiçek gibi el değmemiş.
Hani bahar sabahı pencereyi açtığında içeri gün ışığıyla birlikte bir koku girer ya...
Taze bahar kokusu, çimen kokusu, yaprakların, kır çiçeklerinin aromaları ve yağmur kokusu böyle kokuyordu...
Gözleri gözlerimi okuyordu.

Hızlıca vapura koştuk,
Çocuklar gibi coştukça coştuk.
Martılara simit atalım mı? dedi, Üsküdar vapurunda...
Vapurun ilk seferi, simitlerde tavında.
Hava soğuktu biz güvertedeydik.
Işıl ışıldı gözleri,
Aynı Marmara nın sularında.
Üç simit topu topu, niye martılara atalım ki ?
Biri senin dedi, biri benimki.
Biride onların, biz buraya paylaşmaya gelmedik mi?
Hem filmlerde görmüştüm dedi, bir simit in ne önemi var ki ?

Parkalarımızın yakalarını daha bir yukarı çekerken, Dudağındaki gülümseme hala duruyor ,gamzeleri yorgun , gözlerindeki şaşkınlık sürüyordu.

Uzun samsundan derince bir nefes daha çektim.
İşte olmuştu başarmıştık...
Töre baskısı toplum baskısı, aile baskısı hepsi geride kalmıştı.
Mart şubattan ayrılmıştı...

Çığlık çığlığaydı martılar.
Her dalganın ardında karartılar.
Saçları uçuşuyor,
rüzgarda dans ediyordu, bir rakkas ahengiyle.
Bir tutam sakladığım saçlarının kül rengiyle.

Uzaktan geçen vapurların kornaları duyuluyordu sık sık.

Sımsıkı tutuyordu elimi.
İlk defa görüyordu. Yanımızdan hızla geçen bir vapurun ray değiştirmesi gibi, köpüklü dalgaları bizim altımıza doğru itmesini.
Ve hafifçe sallanınca, daha sıkı tutuyordu elimi.
Bazen yüzümde hissediyordum ılık nefesini.

Hava soğuktu...
Martıların, normalde balık yemesi gerekmiyor muydu?
Simit yemeleri gerçekten romantik miydi ?
Yada çöplüklerde canhıraş çığlıklar atmaları?
Aslında martılar da bizim gibiydi, hırçın ve çaresiz...
Hepimizin içinde okyanus gibi düşler vardı...
Belki de bu dünya bize dardı.
İstanbul....
Ah İstanbul ,onların hepsini usta bir hırsız gibi çaldı.

Hepimizin içinde, çocukça dokunuşlar.
Yarım kalmış sevdalar.
İçimizde özgürlük özlemi vardı.

Çok şeylerimizi. bırakmıştık taşrada.
Uçsuz bucaksız bozkırlarda.
Çocukluğumuz, gençliğimiz, aşklarımız da kalmıştı arkada.

Çok değerlerimizi gömmüştük kara toprağa...
Şu İstanbul uğruna.
İstanbul demek yeni umutlar demekti..
Sıcacık beyaz ekmek, bir tas çorba. bir tabak yemekti.

Ölülerimizden dirilip te geldik,
Karşılığında ne canlar verdik.
Hepimizin hafızasında yarım kalmış ruyalar vardı.
Soluksuz sabahlara uyandık.
Şehirliler gibi, şehirliliğe boyandık.

Hava biraz daha sertleşti, istersen içeri girelim dedim. Hem de çay içeriz.
Yok böyle iyi dedi...
Kimse görmesin bizi...
Martılarla beraber yedik.. simitlerimizi.
Sonra...
birer çay içtik yanında sigarayla...
Martıların çıkardığı yaygarayla.

İstanbul aşıkların şehri.
Aşkımız sığar mıydı senin sahte kalbine ?
Yoksa solmuş kır çiçekleri gibi boyun büküp bakar mı eline.
Senin hayalin için neler feda etmiştik.
Simsiyah gök yüzüne, gri tohumlar ekmiştik.

Hava alaca karanlık, bir tarafta Üsküdar iskelesi, ...
Diğer tarafta kız kulesi..
Vapur iki dargın sevgilinin buluşması gibi yanaştı iskeleye.
Sanki gurbetteki sevgilisini yıllardır bekleyen bir sevgili gibi.
Değer değmez itti vapuru, iskele...
Dargındı, yorgundu, kırgındı!

Vapur ise sarılmak istiyordu...
Beline doladı kollarını halatlarını.
Ağladı inledi gıcırdadı...
Bir daha itti kuvvetlice iskele. Vapur son hamlede öptü alnından, usulca iskeleyi ve iskele sakinleşti..
Sökün etti uğuldayan kalabalık, dışarı.
Herkes bir yere koşuyor du, hava kararmıştı bir kere.
İnsanlar siluetlere karışıyordu..
İşte olmuştu İstanbul a karışmıştık.
Kaderimizle barışmıştık...
Büyük bir dişlinin parçaları olmayı...
Göze almaksa kader...
Alnımıza yazmıştık...

Yılmaz Tizgöl
Moskova
09. 09.2021

BEL ALTI VURUŞLARA TERS KÖŞE ŞİİRLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin