Asuman ve Ramazan'ın dizideki ilk sahnesini Asuman'ın gözünden izliyoruz...
---
Sazevinden çıkmış, eve doğru yürüyordum. Tam da Çerçi Bekir'in dükkanının önünden geçiyordum ki, onun sesini duydum.
"Aa! Asuman? Gerçekten sensin! Tesadüfe bak!"
Karşımda sesin sahibini, Ramazan'ı gördüğümde gözlerimi devirdim. Birkaç gündür benle konuşmak için yeni taktiği buydu.
"Valla ben burdan geçiyordum böyle sen karşıma çıktın. Yani bunu özellikle denk getirelim desek yapamayız ha."
Ramazan, kasabada genelde uçarı, deli, hayta, muzır olarak bahsedilen, Ciritçi Abdullah'ın işsiz güçsüz, ciddiyetsiz, orda burda dolanıp kuzenleriyle kasabalının başına bela açan torunuydu. İlk birkaç yıl önce çıkmıştı karşıma. O günden beri de bırakmıyordu peşimi. Her gün yeni bir delilik yapıyor, babam ne der elalem ne der diye düşünmüyor, beni zor durumda bırakıyordu.
"Nedense bu tesadüfler de pek arttı bu aralar." dedim imalı bir ses tonuyla.
"Yav nedeni sence de çok açık değil mi Asuman he? Yani bak bütün sebepler bir araya gelmemizi istiyor ama, bir tek sen istemiyon ya."
Ramazan ve ben... Böyle bir şeyin düşüncesi bile babamın kulağına giderse çıldırırdı. Babam hep bana "sen Korkmazların kızısın, hareketlerine dikkat et, arkadaşlarını iyi seç" derdi. Ramazan gibi biri ve ben... Aklımdan bile geçirmemem gerekirdi.
"Ramazan ben sana bi daha karşıma çıkma demedim mi? Ya bizden olmaz bak bizim kafalarımız başka dünyalarımız başka demedim mi?"
"Tabi tabi canım tabi. Sen koskoca belediye başkanının kızı, biz ağıtçı parçasının işsiz güçsüz oğluyuz."
"Tövbe tövbee..."
"Olsun Asuman. Döv beni. Laflarınla ez geç. Ben istersen valla önüne paspas olurum, yoluna toprak olurum merak etme sen."
Ramazan böyleydi işte. Ben ki okulda bile arkadaşlarıyla bile tek bir saçmalık yapmamış, tek bir şen kahkası bile duyulmamış Asuman'dım. Belediye başkanın kızıydım ben. Böyle laubali hareketlerde bulunmamam gerekirdi. Hem Ramazanın bu halleri samimiyetten ve içtenlikten miydi, yoksa güven vermeyen haylaz bir oğlan çocuğu muydu karar veremiyordum. Belki sadece geçici bir hevesti, belki her kıza söylüyordu bunları. Ya kasabalının diline düşersem? Ya "hayta Ramazan Korkmazların kızıyla gönül eğlendiriyormuş" derlerse? Ya babam bunu duyarsa?
"Ya anlamıyorsun değil mi? Bak burası küçük yer laf olur söz olur hiç düşünmüyorsun değil mi?"
"Yav Asuman laf söz olacaksa da senle olsun ya. Cümle alem duysun bilsin yani, ben bu kızı ilk gördüğüm an vuruldum!"
Alayla gülerek, bana hep söylediği, artık ezberlediğim sözlerini tekrarladım.
"Kalbinin ortasında yüzlerce saka aynı anda cıvıldadı. Yanardağlar patladı. Bozkırın ortasındada açan bi gül gibiydim ben dimi?"
"Yav Asuman bi söylettirmiyon ama ya. Bi müsaade etmiyon ya. Hiç de öyle olmadı. Ben seni daha hiç görmeden sevdim kızım."
İster istemez, bakışlarımı merakla ona yönlendirdim.
"Aha tam da burdan geçiyordum, bu sazevinin bahçesinden senin sesin geliyordu. Ervah-ı Ezelden söylüyordun sen."
Yine başlamıştı o meşhur konuşmalarından birini yapmaya... Yalan yok, bazen öyle güzel konuşuyordu ki, duygularımı kontrol edememekten korkuyordum.
"Asuman içimin şurasında bir yanma olmadıysa ben trenin altında kalayım. Gözlerimin önünden hareler uçuşmadıysa benim külümü bozkırın ortasında savursunlar. Yav şu elektrik direğini görüyon mu? Çirkindi o eskiden. Bu Çerçi Bekir'in yazısı silinmiş tabelası... Ben nefret ederdim görünce Asuman. Benim dünyam güzelleşti. Senin sesin soluğun beni kalbimden tuttu, alıp önüne attı."
Bir insan bu kadar sevebilir miydi? Gerçek miydi bu duygular? Ben bu sevgiyi hak edecek ne yapmıştım ki? Hayatım boyunca hiç kimse bu kadar samimi ve içten olmamıştı bana karşı. İnanmaktan, incinmekten ve incitmekten korkuyordum.
"Ya ister tepin üstünde, ister al bi köşeye savur. Ervahı ezelden bu gönül sana yazılmış. İster sil at ister tut kaldır. Ben ezasına da razıyım sefasına da!"
Sanki kalbinden kalbime bir şeyler akıyordu. Çok tehlikeliydi bu his. Yenilmemem gereken bir histi. Her güzel söze kanmamalıydım, değil mi? Sonuçta Ramazan kasabada güvenilmez olarak tanınan birisiydi. Babam da onu her yanımda gördüğünde bunu söylerdi.
"Oldu mu nasıl?" diye sordu konuşması bittiğinde.
Hemen kendimi toparladım ve yüz ifademi eski haline döndürmeye çalıştım. Bu düşünceleri kafamdan atmalıydım. Kim bilir belkide her kıza söylüyordu bu ezber ettiği lafları. Ya babam haklı çıkarsa? Ya sonunda ben üzülürsem? Hem belediye başkanının kızıydım ben. Babamın kulpu kırık çaydanlık dediği birine gardımı indirmemeliydim.
"Çok iyi prova yapmışsın bravo. Dersini de iyi ezberlemişsin ama benim bu laflara karnım tok Ramazan." dedim ve yürüyüp gittim.