♫ oh no! by marina
hani bazı sabahlar uyandığınızda kendinizi "tüm dertler hep aynı günü mü bulur?" demekten alıkoyamazsınız ya, işte ben bu sabah gözlerimi tam olarak öyle bir güne açmıştım ve daha ilerleyen saatlerde başıma alacağım belalardan haberdar bile değildim. biraz da kendim kaşınmıştım elbet ama nafile, huylu huyundan vazgeçer mi? sanmıyorum. hele konu ben ve her işin altından tek başıma kalkabileceğini sanan sarsılmaz özgüvenimse ihtimal bile vermiyorum.
tanımadığım orta yaşlardaki bu adamın merdiveni adım adım tırmanışını düşünceli gözlerle izlerken kafamı toplamaya çalışırcasına başımı iki yana salladım. hızlı adımlarla hemen solumdaki personel odasına geçip sırtımı kapadığım kapıya yasladım. kumaş pantolonumun cebinden çıkardığım telefonumun ışığı karanlık odayı az da olsa aydınlatırken gözüm ekrandaki mesaj bildirimine takıldı, soobin'dendi.
*üç yeni mesaj*
babaanne soobin: sabah sabah noluyo ya
neyse akşam ben dönene kadar bir şey yapayım deme aklından ne geçtiğini biliyorum
birazdan derse giricem sunumum var kapıyorum telefonu çıkınca konuşuruz
soobin aklımdan ne geçtiğini bilecek kadar beni tanıyordu tanımasına ama bu sefer onsuz da olsa bir şeyleri halletmemin tam sırasıydı. son zamanlarda ben bir şekilde idare ediyordum belki ama soobin'in paraya ihtiyacı olduğundan adım gibi emindim. bana pek belli etmemeye çalışıyordu gerçi, ben de salağa yatıp anlamamış gibi yaparak ona istediğini veriyordum ama millet ne kadar parası olduğunu unutacak kadar bolluk içinde bu otelden girip çıkarken soobin'in öylece kendi hayatına devam etmek zorunda oluşuna katlanamıyordum. elleri kolları bağlı oturup hayatın gözleri önünden akıp gitmesini izlemek hiçbir zaman benlik olmamıştı.
odanın köşesindeki bilgisayar masasına yöneldiğim sırada bir çift topuklu ayakkabının yere vurarak çıkardığı ses kulaklarımı tırmaladı. ses gittikçe yaklaşıyordu. kimin geldiğini anlamak için daha az önce kapadığım kapıyı aralayıp göz ucuyla otelin kapısını süzdüm. yüzünün yarısını kaplayan siyah güneş gözlükleri, vücut hatlarını belli eden ışıltılı elbisesi ve elindeki küçük çantasıyla gelen kadını tanıyordum. tanımaktan çok göz aşinalığıydı bendeki. otele sık sık girip çıkardı. ne adını bilirdim ne de yaşantısını ama bu civarlardaki eskortlardan biri olduğunu otele gelme sıklığından ve her gelişinde sadece "hangi odadalar?" diye sormasından anlamak zor değildi.
bir süre etrafına bakınıp ortalıkta beni aradı. kapıyı açıp odadan resepsiyona çıkmamla "hah buradasın" dercesine oflayarak bakışlarını bana çevirdi. selam vermek amaçlı hafifçe başımı eğdim ve güneş gözlüğünün siyah camlarından nereye baktığını anlayamadığım gözleriyle temas kurmaya çalıştım. bana sorduğu soru basitti:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hermit the frog • taegyu
Fanfictionüflesen yıkılıp tahta kurularıyla dolu bir enkaza dönüşecek, yağmurun akıttığı sıvalarından yeşil duvarları zor seçilen, tabelasıysa sadece kafası estiğinde yanan bir otelin kaç odası vardır?