üflesen yıkılıp tahta kurularıyla dolu bir enkaza dönüşecek, yağmurun akıttığı sıvalarından yeşil duvarları zor seçilen, tabelasıysa sadece kafası estiğinde yanan bir otelin kaç odası vardır?
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
♫boys don't cry by the cure
insanlar kendilerini olduklarından hep daha büyük görürlerdi, dünyaya ayak bastıklarından beri bu hep böyleydi, değişmezdi. yaratılıştan da gelmezdi halbuki, bize bunları yaptıran içimizdeki şeytanlardı. belki şeytan da zamanında bir melekti ama kendini tanrıdan büyük gördüğü o gün, tüm insanları kibriyle lanetlemiş ve bizi de ondan bi parça taşımaya zorlamıştı.
bu yük bazen ağır gelirdi bizlere, olduğumuzdan küçük görürdük kendimizi. nefes almaya bile değmez varlıklar olduğumuza inanırdık. bazense bu yük bi balonmuşçasına öyle havalara yükseltirdi ki bizi, küçük bedenlerimizi yerlere göklere sığmayan egomuzla doldurmaya çalışırdık. taehyun'un ise mükemmeliyetine vurduğu ilk darbe buydu, kendini ne kadar yükseklere çıkarırsa o kadar sert yere çakılacağını öğrenmeliydi.
bir hata olur öyle şeyler deyip geçmeyin, etrafına kusursuzluk duvarlarını örmesi taehyun'un yıllarını almıştı, az önce yaptıklarını göz ardı edemezdi. ne geliyorsa başına mükemmeliyetçiliğinden geliyordu, belki de daha duygusuz olmalıydı; daha az sinirli, daha az neşeli. böylece yapacağı hatalara sebebiyet veren kalbinden arınmış olurdu.
en üzüldüğü kısımsa göz göre göre kendini beomgyu gibi fırsatçı birinin önünde rezil etmiş oluşuydu. harekete geçmeden önce mutlaka düşünmesi gerektiğini kendine hep tembih ederdi çünkü akıl ona göre her şeyden üstün gelirdi. peki o zaman beomgyu onun yaptıklarının tam tersini yapıp düşünmeden her şeyini ortaya koyarken nasıl önüne geçmişti? yine nerede hata yaptığını anlamıyordu. çabaladıkça daha çok dibe batıyordu sanki.
az önce olanların hiç yaşanmamış olabilmesini diledi taehyun, bir hışımla çıktığı odasına, elinde kırık kamerasıyla geri dönerken. kamerayı yeonjun'a güvenmediği için kendi boynuna asması üzerinden 10 dakika bile geçmemişti, kendine bile güvenmeyecekse kime güvenecekti?
taehyun bu yaşına kadar her ne yaptıysa okuyabilmek için yapmıştı. bunlar ceplerinde ailelerinin kredi kartları, altlarında ise son model arabaları olan gençlerin anlayabileceği türden şeyler değildi. eğitim hakkını kazanmak için bile tırnaklarıyla kazıması gerekmişti gümüş saçlı oğlanın, tek çaresi torbacılık yapıp okul masraflarını karşılamaktı. çünkü bu adaletsiz dünyada her şey parayla dönerdi.
peki neden mi bu kadar ileriye gitmişti? başarı beraberinde değerli olan her şeyi getirirdi de o yüzden.
çekmek için hazırlandıkları bu film, başarılı bir sanat hayatının en büyük anahtarıydı. kısa film yarışmasını kazandıkları takdirde önlerine açılmayacak kapı yoktu; geçirdikleri tüm zor günler, torbacılık yapıp zar zor çıkardıkları para.. hepsi nihayetinde bir anlam kazanacaktı, daha doğrusu az önceye kadar kazanmak üzereydi.
3 numaralı odanın kapısının önüne vardığında durup derin bir nefes aldı taehyun. kaç yıllık dostu, yoldaşı yeonjun'a bir açıklama borçluydu. peki durup ne diyecekti? pardon kusura bakma ben sana güvenmediğimden emanet bile edemediğim son model kameramızı kırdım, bi de üstüne resepsiyonist elemanın önüne tüm otlarımızı dansöze para atar gibi saçtım mı?