Patlamadan biraz sonra...
Yavuz GürkanTozların, kanın ve ateşin yükseldiği o karmakarışık günün üzerinden tam 1 ay geçmişti. Birini öldürmek için plan yapmak kolaydı ama sonrasında onunla birlikte öleceğini hesap edememek çok zordu. Kendimce planlarım vardı, kendimce haklıydım, güçlü olmalıydım, hayatta kalabilmek için. Belki de sadece kendimi kandırıyordum. Derdim hayatta kalmak falan değil belki de hep daha fazlasını istemekti, bilmiyordum. Bildiğim tek şey bu hayatta yaşamak kelimesini bana yeniden hatırlatan, gözlerine bakınca kendi karanlığımda kaybolmadığım aksine bana umut veren kadının planda olmayan şekilde orada olmasıydı. Hırsları yüzünden mahvolan çok kişi görmüştüm ama hırsı uğruna paramparça olanı bizzat yaşamıştım. Fidan... İsmi bile umut dolu. Nahif, zarif... İsminin aksine duruşuyla tüm aileyi köklü bir ağaç gibi saran güçlü Fidan'ım...
O gün her zamanki gibi toplantı öncesi planı yapıp köşeye çekilmiştim. İçimde garip bir sevinç vardı belki de kendine fazla güvenmenin verdiği aşırı özgüvendi. Toplantıda herkes bir şey diyordu ama ben dinlemiyordum, sadece hedefime odaklanmıştım. İşin içinden nasıl sıyrılacağım bile umurumda değildi. Sonuçta bugün sürekli önüme çıkan bir parazit artık hayatımdan çıkacaktı. Öyle umuyordum. Ta ki telefonuma gelen bildirime kadar.
Gelmesi gereken kişi gelmemişti ama görüntüdeki kişi benim kalbime çoktan gelmiş olan umuttu. Kimsenin ne düşündüğünü umursamadan masadan kalkıp kuytu bir yere ilerlemiştim ve görevdeki adamlardan birini arayıp "Ne pahasına olursa olsun o kadını oradan çıkarın! O bomba patlamayacak!" diye emir vermiştim. Sesimin tonunu hatırlamıyordum bile ama yüksek çıkmış olacak ki masadakilerin gözü bir ara bana takılmıştı. Nefes almayı unutmuş gibiydim. Dışarı çıkmak istedim çıkamadım. Olduğum yerde kalmak istedim kalamadım. Telefonu kapatmamıştım hemen bir müdahale yapılmasını ve "Kurtardık," diyen bir ses duymayı planlıyordum ama olmadı.
Patlama sesiyle irkildim. Engel olamamış mıydım? Kendi ellerimle kendi umudumu mu öldürmüştüm? Telefon elimden kayıp düştüğünde gözlerimdeki yaşlar da kendilerini bırakmışlardı. Halimi gören korumalardan bazıları yanıma gelip omzumdan yavaşça sarsıp beni kendime getirmeye çalışıyorlardı. Duymuyordum, duymak da istemiyordum hatta ben kendime gelmek istemiyordum. Ölmek istiyordum. Evet, tam da bugün ölmem lazımdı.
Ne ara çıktım ne ara arabama bindim hatırlamıyorum bile. Tek bildiğim patlamanın olduğu yere gittiğimdi. İnsanı insan yapan belki de bir şekilde hep ümidini yitirmemesiydi. Gözlerimle görene kadar ümidimi yitirmeyecektim. Gözyaşlarım bazen yolu görmemi engelliyordu hatta bir ara kontrolden çıkacaktım ama ölmek bugün benim için sorun değildi. Limana nasıl geldiğimi de kesik kesik hatırlıyorum. Tek hatırladığım gelir gelmez o yangını gördüğümde içimde de büyük bir ateşin harlandığıydı.
Korkarak binaya ilerlemeye başladığımda yerdeki kan damlalarını görmüştüm. Dizlerimin bağı çözülmüştü sanki. Beni taşıyamıyorlardı artık. Bu günahı kaldıramıyorlardı. Yere çöktüm ve gecenin siyahlığına meydan okurcasına parlayan kana dokundum. Kendimi kaybetmiş gibiydim belki de çoktan kaybetmiştim. Bağırmak istedim ama boğazıma oturan yumru buna izin vermiyordu. Ben kendimi öldürmüştüm ama farkında bile değildim. Bir ara kesik kesik bağırışlar duymuştum ama anlamıyordum. Elimdeki kana dalmıştım. Yüzüme aniden çarpan soğuk suyla gözlerim yukarı kaymıştı. Nevzat beni kendime getirmeye çalışıyordu ama ben ölmüştüm.
"Yavuz Bey merak etmeyin aldık Fidan Hanım'ı iyi olacak." Cümle o kadar kesik kesik ulaşıyordu ki bana çok sonra idrak edebilmiştim. Kafamın içindeki uğultuyu susturmaya çalışıp tekrar Nevzat'a döndüm. Telaşlıydı ama gözleriyle bana "Korkma" diyordu. Bir şey demem lazımdı. Durumu anlamam lazımdı. Derin bir nefes aldım ve gücüm yettiğince konuşmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK
Fanfiction"Düştüğüm karanlıktan kurtulmak için bir ateş yakmam gerekiyordu, yaktım, karanlıktan kurtulmak isterken küllerin içine düştüm. Sevdiğim kadının küllerinin."