Saatlerdir evde Pars'la oturuyoruz, ona gitmesini söyledim ama gitmedi. Egosuyla arsızlığı yarışır bence. Başıma darbe aldığımdan dolayı uyumama izin vermedi, zaten darbeyi ilk aldığımda bayılmıştım neden böyle bir şey yaptığını anlamadım. Bazen konuştuk bazen sadece birbirimize baktık, ona bakmak gerçekten iyi hissettiriyor. Çünkü bu dünyadan olamayacak kadar mükemmel. Gözleri yakından içine yeşiller serpiştirilmiş gibi, hafif sakalları var ve kemikli, olgun bir suratı var. Umursamaz durduğu kadar umursamaz olduğunu sanmıyorum, kendi içinde bir çok acı çekmiş gibi sanki. Egosu da kırılganlığı örtmek istediğindendir muhtemelen. Onu tanımayı isterdim ama böyle bir ihtimalin olmayacağını biliyorum ve gariptir ki olmamasına üzülüyorum. Ona kahve yaptım ve konuştuk. Bana neden o babayla kızına hareket etmeden baktığımı sordu, ona anlatmayı istedim ama hiçbir şey anlatmadım. Babasız büyümek de bir acizlik bence. Babasız büyüyen kızlar fahişe olmaz, ama bunu insanlar anlamıyor. Babasız büyüyen terbiyesiz olmaz, saygısız olmaz. Gerçekten insanların neden böyle düşündüklerini anlayamıyorum, babam yanımda olsa da aynı olurdum. Annem yanımda değil ama bana iyinin ve kötünün ne olduğunu öğretti küçükken. Ama dediğim gibi bu durum anlaşılmıyor. Babasız büyüyen kız sabaha kadar gece kulüplerinde takılan, içkiye, uyuşturucuya bulaşan kız değil. Babasız büyüyen kız hayata 1-0 yenik düşen kız, baba kelimesine yabancı kız, ilk aşkı babası olamayan bu yüzden de kandırılmaya açık, aşk nedir bilemeyen bir kız. Babasız büyüyen kız güven nedir bilmeyen kız.
"Yalnız mı yaşıyorsun?"
"Evet."
"Neden? Ailen yok mu?"
"Sence de biraz çok soru sormuyor musun?"
Konuşmak istemediğim her halimden belli, neden üstüme geldiğini anlayamıyorum. Zor biri, çok zor. Birkaç saat sonra gidecek, ama bir yanım gitmesini hiç istemiyor.
"Cevap alamadım?"
"Ailem var, 18 yaşındayım ve yalnız yaşıyorum."
"Ailen nerede?"
"Babamın nerede olduğunu bilmiyorum, annem de şehir dışında çalışıyor. Nadiren yanıma gelir."
Afallamıştı.
"Kusura bakma."
"Bakmam."
Kaçıncı bardağı içtiğini hatırlamadığım kahve fincanını sehpaya gürültülü bir şekilde bıraktı. Göz göze geldik.
"Ya sen, Pars Tekin?" alayla güldüm.
"20 yaşındayım, ailemle yaşıyorum, Haliç Üniversitesi'nde turizm ve otelcilik okuyorum."
"Anladım."
Battaniyeyi üstüme çektim ve koltuğa uzandım, "ayıp olmaz dimi?"
Cevabını beklemeden ona arkamı döndüm ve gözlerimi kapattım. Saniyesinde üstümdeki battaniyenin ağırlığı kalktı
"Bu gece uyumak yok demiştim."
Yattığım yerden hoşnutsuzca kalktım ve ona iğrenç bir bakış attım, ama o gülüyordu. Hem de çok sinir bozucu bir şekilde. Sehpadaki telefona uzandım, saat 04:11. Koltuktan kalktım ve mutfağa doğru ilerledim, bana baktığını hissedebiliyorum. Mutfağa gittiğimde çekmecedeki cipsleri kocaman bir kâseye döktüm, 2 tane bardak çıkardım ve kola doldurdum, onları bir tepsiye koyup salona geri döndüm. Cipsleri ve kolaları sehpaya koydum. Televizyonu açtım ve kumandayı elime alıp kanalları değiştirmeye başladım. En sonunda bir kanalda kaldım ve birlikte Kaybedenler Kulübünü izlemeye başladık. En sevdiğim filmi televizyonda bulunca bile mutlu oluyordum. Pars'a baktım hiç uykusu yok gibi görünüyordu, sehpadaki cipslerden yiyor, koladan içiyordu.
"Hüseyin Bey'e ne dedin?"
"Bir kızla böyle konuşmasının doğru olmadığını söyledim."
"Emin misin? Başka bir şey söylemedin yani?"
"Evet, söylemedim."
Tekrar televizyona döndüm ve izlemeye devam ettim. Film bittiğinde saat 05:47'ydi.
"Daha ne kadar uykusuz kalacağım?"
"Bir sabah olsun da, uyursun."
***
"Miray! Hadi uyan öğlen oldu!"
Ya saatlerdir buradasın, gitsene artık be! Her şeye karışıyor bir de! Pars'la tanıştığımdan beri içimden en çok tekrar ettiğim kelime ego. Çünkü normal bir insan bu kadar egolu olamaz. Ben onun burada kalmasına izin vermedim, neden hala burada? Kendinden neden bu kadar emin? Bu düşüncelerin verdiği huysuzlukta yattığım yerden kalktım.
"Kalktım."
Egonun dışında bir de arsızlığı var, sesimden ve tavırlarımdan burada kalmasını istemediğim belli oluyor. Yani içimde çok ufak bir yer kalmasını da istiyor ama kalmaması lazım. Bunu biliyorum, bu yüzden gitmesi en doğrusu. Onu anlamam mümkün değil, inşallah bugün gider.
Sesi mutfaktan geliyordu, mutfağa doğru ilerledim. Bana kahvaltı mı hazırlamış? Yok artık.
"Bunu sen mi yaptın?"
"Evet, benden başka yapacak kişi yok sanırım."
Şaşırdığım yüzümün şeklinden de belli oluyordur büyük ihtimalle, kahvaltı sofrasını ona yakıştıramayarak tuvalete gittim. Yüzümü yıkamak için çeşmeyi açtığımda alnımdaki pansumanın hastanede yapılan pansuman olmadığını fark ettim. Bu yeni yapılmıştı ve bunu Pars'tan başka yapacak biri yoktu. Tuvaletten çıkıp Pars'ın yanına geri döndüm.
"Pansumanı değiştirmişsin, teşekkür ederim. Uyurken mi yaptın?
"Evet, anca o zaman sesini çıkarmazsın diye düşündüm."
Ne alakası var ya? Ben çok konuşan biri değilim, çok konuşmayı bırak konuşan biri bile değilim. Sinirlendiğimi belli etmeden istemsizce sırıttım sadece.
Masaya oturdum ve tabağa omlet koydum. Omleti kesip ağzıma attım, bu kadar lezzetli olmasını beklemiyordum.
"Çok güzel olmuş, teşekkürler."
Güldü, "herkes güzel yemek yaptığımı söyler."
Bir kere de, rica ederim de, bir şey değil de. Ölür müsün be adam?
"Evde hiçbir şey yok, fotosentez mi yapıyorsun sen?"
"Pek yemek yemem, yiyeceğim zaman da dışardan söylerim."
"Sağlıklı değil."
"Umurumda da değil, ne zaman gideceksin sen?"
"Yaptığım hatayı telafi ediyorum."
Gözlerimi devirdim ve yemeye devam ettim. Kapı çaldı, tam ayağa kalkacakken Pars durdurdu,
"Ani hareketlerde başın dönebilir, ben açarım."
Ona engel olmadım, kapıyı açmak için mutfaktan çıktı. Kapıyı açtığında tanıdık bir ses duydum.
"Miray nerede?"
Ah lanet olsun! Özgür!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarıl Bana
Romanceİnsan kendisine araba çarptı diye şükreder miydi hiç? Ya da kendisine çarpan adamı görmek için dua eder miydi?