Pars önümden bitirdiğim tabağı aldı ve kendi tabağının üstüne koydu. Şimdi ne olacak ben de bilmiyorum, sürekli birlikte mi olacağız?
"Ne yapacağız?"
"Ne konuda?"
"Oyun dedin ya"
Kafamı öne eğdim ve Pars'ın çoraplarını incelemeye başladım.
"Onu mu diyorsun? Basit, bir süreliğine yanına taşınacağım."
"Anlayamadım?"
"Anladın."
"Mümkün değil!"
"Niye?"
"Niyesi mi var! Olmaz! Seni tanımıyorum bile!"
Bu söylediği beni gerçekten sinirlendirdi, ben öyle bir kız değilim bunun farkında değil mi? Parası var diye onunla yaşamayı kabul edeceğim anlamına mı geliyor? Parası olması bana her istediğini yapacağı
anlamına mı geliyor? Daha dün gece Hüseyin Bey' e benimle öyle konuşmaması için diklenmiyor muydu? Şimdi neyi ima ediyor?
Yerimden kalkıp hızlıca odama geçtim ve kapıyı sert bir şekilde kapattım.
"Yarım saate kalmadan buradan gideceksin."
Bağırarak söylemiştim ve duyduğuna eminim. Yatağıma yatıp beklemeye başladım, bir yandan da düşünmeye. Gidecek mi? O kadar aptalım ki her şeye rağmen hala bir yanım gitmesini istemiyor. Dakikalarca kendi düşüncelerimde boğulduktan sonra yataktan kalktım ve saate baktım. 1 saattir burada yatıyorum ve kapının sesini hiç duymadım, gitmemiş miydi? İçeri gitmeye cesaret edemiyorum, muhtemelen içerde ve benim ona gitmesini söylemem lazım. Ama söyleyemeyeceğimi ben de biliyorum, bu sefer kendimden, her şeyden kaçmayacağım. Kapıyı açtım ve hızlı adımlarla salona gittim ,Pars yoktu. Mutfağa baktım, Pars yoktu. Banyonun ışığı yanmıyor, Pars yoktu. Pars gitmişti. Buna neden üzüldüğümü bilmiyorum ama üzülüyorum işte. Salona oturdum ve hiç gelmemiş birinin gittiğine üzülmenin dünya üzerindeki en saçma şey olduğunu bile bile bu kayıp hissini yaşamaya devam ettim. O kim ki ben onun gitmesini istemeyeceğim! O Pars Tekin, ve ben onun gitmesini istemiyorum, sanırım Pars Tekin olması "o kim ki?" sorusuna verilebilecek en mükemmel cevap. O Pars Tekin ve içinde ismi geçtiği hiçbir şey imkânsız değildir.
Daha dün tanıştığım birinin bana bu kadar yer etmesini anlayamıyorum, tanışmak bile denemez. O bana çarptı! Tanınmaya bile değmeyecek şımarık, egolu, arsız, yakışıklı, çok yakışıklı, çok çok yakışıklı biri. Ağzımdan derin bir of çıktı ve kalktım, odama gittim. Üstümdekileri çıkarıp bir tayt ve üstüne beyaz bir tişört giydim. Ayağıma da nike'ın air max ayakkabılarından giydim, üstüme mont giydim, anahtarı aldım ve kapıyı sertçe çektim. Kapıyı kilitlemeyi aşağı indikten sonra fark ettim ve yukarı çıkmaya da üşendim, şimdiye kadar hırsız girmemiş, şimdi mi girecek? Hızlı adımlarda eve çok yakın olan spor salonuna gittim, ne zaman bir şeye sinirlensem veya üzülsem spor yaparak sinirimi kendimi yorarak çıkarırım. Salona girdiğim gibi koşu bandına yöneldim, hızı son yaparak koşmaya başladım. Arkadaki duvara uçacak gibi hissetsem de koşmak beni her zaman rahatlatır. Dakikalar sonra ciğerlerimin patlayacağını hissediyordum, devam ettim. Durmak istemiyorum, çünkü durursam her türlü düşünce yeniden beynimi saracak. Şu an da düşünüyorum evet, ama düşündüğüm diğer mesele de ciğerlerimdeki acı. Üstümdeki her şeyi çıkarıp atmak istiyorum, yorulmak da istiyorum, durmak da. İşin garibi mesele sadece Pars değil. Mesele onu istemem, evet onu istemem. Hayatım boyunca ilk defa birini yanımda istedim. Ve onu kendim kovdum, bu nasıl bu kadar çabuk oldu anlayamıyorum ama oldu işte. Gitmesin istedim, benimle kalsın istedim ama yapamadım. Babam yüzünden erkeklerden hep korktum ve kendime aynadan duvarlar ördüm, bu duvarlar beni göstermiyor, aksine ben olmayanı gösteriyor. Zıttı gösteriyor, yapmak istediğimi değil de istemediğimi gösteriyor. Pars'ı sevgili olarak görmedim, beni çeken sahiplenmesi oldu sanırım, ya da koruması. Daha önce beni hiçbir erkek korumadı, başkalarının kahrolası laflarından, hakaretlerinden kimse korumadı. Ama o korudu, Pars Tekin beni korudu. Daha önce de söylediğim gibi babasız büyümemin erkekleri tanımamamda çok büyük etkisi var. Hem de çok... Eğer babam olsaydı, böylesine korunmasız kalıp yanımdaymış gibi olan ilk erkeğin arkasından böylesine darmaduman hissetmezdim. Bunları düşündükçe iyice sinirlendim. Saat 5 buçuk olmuş, ama eve gitmeyi hiç istemiyorum. Yalnız yaşamanın güzel bir yanı var, karışan hiç kimse yok. Cebimden telefonumu çıkardım ve ilk gördüğüm kişiyi aradım. Aras, her zaman çevresi olan, istanbul'daki çoğu barı bilen biri ve muhtemelen şuan her hangi birindedir. "Aras, naber ya?" sesim fazlasıyla rahat. Klasik konuşmadan sonra saat 7 gibi taksim beer time'da buluşmaya karar verdik. Üstüme montumu giydim ve koşar adımlarla salondan çıktım. Eve de koşarak gidip kapıyı açtım, hızlı hareketlerle üstümdeki her şeyi çıkarttım ve kendimi duşa attım. Ilık suyu açıp dakikalarca suyun tenime vurmasına izin verdikten sonra hızlıca saçlarımı ardından vücudumu yıkadım. Hızlıca desem de uzun ve kıvırcık saçlarım beni yine zorlamıştı ve bu işlem bayağı bir uzun sürmüştü. Banyodan çıktıktan sonra 3 kapılı koskoca gardıropumun önünde, yere bağdaş kurup kıyafetlerimi izlemeye başladım. Kıyafetleri seven bir kızım, çoğu kız gibi ve bir çok kıyafetim var. Ama çok kıyafetimin olması her seferinde dışarı çıkarken kısa süreli bunalım yaşamama engel olmuyor. En son kararımı neredeyse tamamı yırtık siyah bir pantolonda, beyaz bol bir gömlekte ve üstüne de gri, ayak bileklerime kadar salaş bir hırkada karar kıldım. Gömleğin yarısını pantolonun içine soktum. Saçlarımla uğraşmayı pek sevmem, kuruttum ve bıraktım. Gözlerime sadece rimel sürdüm ,ayağıma superga ayakkabıları giydim ve evden çıktım. Kafam bozukken dışarda eğlenmeyi sevmem ama bu sefer öyle oldu. Buna verilebilecek en iyi cevap "canım öyle istedi." Hayatı bu felsefeyle yaşıyorum ve pişman da değilim. Kapıyı kilitledim, aşağı indim ve gelen ilk taksiyi durdurup bindim. "Taksim."
***
Bara girdiğimde Aras'ı yanında 6-7 kişilik bir arkadaş grubunun içinde buldum. Aras'la ortaokuldan beri arkadaşız, yakın değiliz ama arkadaşız işte.
Kapıdan girdiğim gibi kalın bir ses "Miray!" diye bağırdı, "buradayız!" yanlarına hızlı adımlarla gittim, herkesin elini tek tek sıkıp ismimi söyledim, ben de onların ismini öğrendim. Aras'ın yanına oturdum, Aras hep aynı Aras, esmer, iri gözlü, sakal bırakmış biraz da. "Ne içersin?" gülümsedim "bira." Nadir içki içerim ama bu sefer canım istiyor. Ayrıca masadaki herkes bira veya tekila içiyor, çocuk gibi kola içersem dalga konusu olurum. Biralar masaya geldiğinde hala ortama alışmaya çalışıyordum, ama o kadar karışık ki kendi halimde konuşmadan takılmanın en iyi karar olduğuna karar verdim. Aras beni dürtüp sürekli bir şeyler soruyor, sinir oluyorum ama çaktırmıyorum. Bana derslerimi sormasının mantığını anlayamıyorum, dersle ilgilenecek biri de değil. Öylesine sorması beni daha da çok sinirlendiriyor. "Aras, moralim bozuk." Aslında moralim o kadar da bozuk değil, bana çarpan adamın gitmesi üzmüyor beni, yani asıl üzen o değil. Beni üzen, sinirlendiren içten içe pişmanlığım. Keşke kalmasına izin verseydim diye düşünüyorum ve bu düşünce beni öylesine üzüyor, sinirlendiriyor ki kafamı parçalamak istiyorum. Pars'tan hoşlanmadım, sadece kalmasını istemiştim. Nedenini bilmiyorum ama istemiştim işte. Sonuç olarak gitti ve bu düşüncelere ayıracak ne zamanım var ne de mecâlim. Aras'a çıkıştıktan sonra yine bir şeyler söyledi ama onu dinlemedim. Sanırım Aras'ı aramak büyük bir hataydı. 1 saate kalkmayı planlarken, içtiğim biraların arttığını fark ettim. Saat 10 olmuş ve mide bulantım gittikçe artıyor. Zamanın nasıl bu kadar hızlı geçtiğini anlayamıyorum, tek yaptığım ağzımı açmadan bira içmek. Onca şey konuşuldu, bir tanesine bile girmedim. Yerimden kalkıp tuvalete gittim, yüzümü yıkadım. Görüntüm aynı, makyajım akmamış ama çok yorgun hissediyorum. Şuraya yatsam eminim ki orada uyur kalırım, suratımı kuruladıktan sonra Aras'ın yanına geri döndüm, oturdum. "Miray sen çok güzelleşmişsin ya." İyice bana yaklaştı ve parmak uçlarını boynumda gezdirmeye başladı. "Çok güzel kokuyorsun." İyice yaklaştı ve nefesini boynuma üfledi, geri çekilmeye çalıştım ama başaramadım. Çünkü bir eliyle de belimi kavramıştı. Tam boynumu öpeceği sırada "yeter!" diye bağırdım. Etraftaki herkesin bize baktığını hissedebiliyorum. Telefonumu cebime koydum ve masadan aniden kalktım. Bardan çıktım ve istiklal'e doğru yürümeye başladım. Sinirden her yeri tekmelemek istiyorum, neden hep ben? Neden hep beni buluyor böyle beyinsizler? Nerede olduğumu bilmiyorum, sokaklar karmakarışık geliyor ve bir yerde oturup öylece durmak istiyorum. Eve gitmek istemiyorum sadece oturmak istiyorum. Yürümeye devam ederken kaliteli, pahalı olduğu belli olan bir gece kulübünün önünde durdum. Girmekle girmemek arasında kaldım, bir süre ayakta öylece bekledikten sonra girmeye karar verdim. Adımımı içeriye attığım an müziğin şiddeti daha da büyüdü ve her şey daha da karmaşık gelmeye başladı. Bar kısmına geçip oturdum ve yine bir bira söyledim. Şu sıra, çabuk sarhoş olmadığıma şükrediyorum. Birayı içmeye başladım, gözlerim sürekli dalıyordu. Bir bira daha, bir tane daha... Artık kesmem gerektiğini anladığımda başım iyice dönüyordu. Ayağa kalkarsam dengemi sağlayamam diye bir süre oturduğum yerde bekledim fakat işe yaramadı, her şey yerli yerinde dönmeye devam ediyor. Parayı bırakıp ayağa kalkmaya çalıştım. Ufak bir sendelemeden sonra doğruldum ve belimde bir el hissettim, içimden yine bir yavşakla uğraşmam gerekeceği için kaderime küfredip arkamı döndüğümde bir çift ela gözle karşılaştım. Bu gözler çok tanıdık geliyor, bu koku da. "Pars?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarıl Bana
Romansaİnsan kendisine araba çarptı diye şükreder miydi hiç? Ya da kendisine çarpan adamı görmek için dua eder miydi?