1•
"Yüce İsa aşkına, Prens'im! Tekrardan ormanda ders çalışmaya mı gittiniz? Lütfen bize haber vermeden herhangi bir yere gitmeyin!" Kıyafetleri, yüzü ve elindeki kitabın kapağı çamur yüzünden pislenmiş beden sevimlice gülümsediğinde ondan sorumlu olan kahya ister istemez gülümsemişti. Ona sinirli kalmak tabiiki de imkansızdı. "Sadece sessiz biryerler aramıştım. Burası çok gürültülü." Kahya, Prens'i omuzlarından hafifçe tutarak yürünesini sağladığında onu onaylamıştı. "Sizi anlayabiliyorum, Prens'im fakat bu babanız Kral Park'ın doğum günü. Sizce de büyük bir parti için yeterli bir sebep değil mi?" Prens dudaklarını büzerek sakince basamakları tırmanmaya başlamıştı.
Bir kat kadar sonra uzun koridoru da sakince aşmış, çoktan hazır edilmiş banyoya girmeden önce odaya ulaşmışlardı. Banyo, odanın hemen içerisinde farklı bir kapının ardındaydı çünkü. Banyoya girdiklerinde kahya, Prens'in elindeki kitabı alarak nazikçe bir kenara bırakmış ve çamur içindeki kıyafetlerini teker teker çıkartmaya başlamıştı. Yaşına göre -dans ettiği için- biraz yapılı bedeni tamamen soyduğunda onu dikkatli bir biçimde içi köpük ve sıcak suyla dolu küvete sokmuştu. Prens sıcak suyla anında gevşediğini hissetmiş, banyoya bir inleme bırakmıştı.
"Öyle, fakat insanların hasta bunak için bu kadar çalışmaları gereksiz." Prens kesinlikle ağzı bozuk biri değildi ki öyle olsa bile kimse birşey diyemezdi ama babasına karşı hiç acımadan kötü sözler söyleyebiliyordu. "Lütfen babanız hakkında kötü sözler sarf etmeyin. Kendiniz söylüyorsunuz, o çok hasta. Yakında onun yerine geçip koskoca ülkemizi yönetecek ve çocuk sahibi olacaksınız, sizin çocuklarınızda sizin için aynı şeyleri söylerse ne yapacaksınız?" Prens sözünü bölemesin diye tek nefeste birkaç cümle kurduğunda cümlelerin sonunda derin bir nefes almak zorunda kalmıştı, kahya. Neredeyse ölecekti. "Ben babam gibi olmayacağım, kimse babam gibi iğrenç biri olamaz." Kahya hüzünle kaşlarını çatarak köşede duran tası alıp yavaşça su doldurmuş ve Prens'in başından aşağıya dönmüştü.
"Sanırım bu konu hakkında bir şey söylememeliyim." Kahya nazikçe gülümseyerek konuştuğunda Prens kıkırdamıştı. Kahyasını diğer herkesin onu sevdiği gibi oldukça seviyordu. En başında nazikti. Eli hafif, cana yakındı. Prens'i bütün canını ortaya koyarak koruyordu. Zorunda olsa bile çoğu prens ya da prensesin kahyası böyle davranmazdı. Ayrıca aralarında fazla yaş farkı olmadığı için ikisi bazı zamanlar birer arkadaş gibi bile olabiliyordu.
"Buyrun, Prens'im." Bir süre sonra Prens'in duş alması bittiğinde kahya ona bornuzunu giydirmişti. Dikaktlice onu banyodan çıkarıp hazırlanmış kıyafetlerinin yanına ilerletmişti. İlk başta iç çamaşırını, ardından çoraplarını dikkatlice giydirmişti. "Hey..." Prens aniden seslendiğinde kahya yanlış bir şey yaptığı korkusuyla duraksayıp ona bakmıştı. "Memnun musun?" Kahya beklediğinden farklı bir şey duyunca şaşırmıştı. "Anlamadım?" Anlamamıştı, neyden memnundu? "Kahyam olmandan bahsediyorum... memnun musun? Diğer insanların tabiriyle 'kölem' olmaktan memnun musun?" Kahya, Prens'in ağzından ilk kez böyle birşey duyuyordu. Buna nasıl cevap verebilirdi? Bir insanın 'kölesi' olmak sanıldığı kadar kolay değildi fakat onun kahyası olmaktan kesinlikle şikayet edemezdi. Nasıl şikayet edebilirdi? Kendisine neredeyse bir kraliyet aile üyesi gibi davranılıyordu. Yediği önünde, yemediği arkasındaydı.
"Memnunum." dedi tek kelimeyle. "Üzgünüm, saygısızlık etmek istemem, ama söylediklerinizi sanırım duyamadınız. Sizin köleniz olmaktan şikayetçi olsaydım eğer daha önce yediğim dayakların hatrı kalırdı." Bu Prens ilk kahyalık yaptığı prens değildi ve diğerlerinde bu kadar şanslı olduğu söylenemezdi. "Sizin tarafınızdan satın alındığım için çok memnunum, tahmin edemeyeceğiniz kadar." Prens az önceki yüz ifadesinin aksine hafifçe gülümseyerek onu giydirmeyi kesmiş bedeni tutarak kendine yaklaştırmış ve sıkıca sarılmıştı. "Eğer başka sorunuz yoksa sizi giydirmeye geri dönebilir miyim?" Prens başını sallayarak onu onayladığında kahya, ipek kumaştan yapılma pantolonu ona giydirmişti.
"Lütfen ayağa kalkın." Prens ayağa kalktığında kahya pantolonun düğmesini iliklemiş ve gömleğini giydirip üzerine işlemeli ceketini giydirmişti. Saçını da elinden geldiğince güzelce şekillendirdiğinde Prens hazırdı. "Tamam, şimdi gidip dinlenebilirsin." Prens konuştuğunda kahya eğilerek odadan çıkmıştı. Prens bir anda içine düşen sıkıntıyla pencereye ilerleyerek pencereyi hafifçe itmiş ve açmıştı. Nefes almadığını hissettiği için pencereyi açmış fakat birkaç derin nefesten sonra birşey görmüştü.
Ne konuşuyorlar bilmiyordu ama adam, karşısındaki çocuğa -tahminen Prens'ten birkaç yaş küçüktü- sertçe vuruyordu. Çocuk yere düşüyor, kalkıyor, adam tekrar vuruyor ve tekrardan yere düşmesini sağlıyordu. Prens sinirlenmişti. Nasıl bir çocuğa vurabilirdi, üstelik kendi bahçesinde?!
Prens üzerindeki temiz kıyafetleri önemsemeden pencereye tırmanmış, penceresinin dışındaki küçük çatıdan kayarak yere atlamıştı -atletik olduğu içi mutluydu-. Ormana kaçmak için sürekli kullandığı bir yoldu bu. Diğerleri, hala onun görünmeden nasıl ormana kaçtığını bilemiyordu. Ayakkabılarının biraz yüksek topukları yüzünden yere inerken bileğini burkmuştu ama bunu o an önemsememişti. Çok da acımamıştı zaten.
"Bahçemde ne yaptığını sanıyorsun?" Prens, adam ve çocuğun yanına gittiğinde sertçe sormuştu. Adam duyduğu sesle bir anda donakaldığında çocuk hemen Prens'e bakıyordu. Tokat yemekten yanakları kızarmış, yumruklardan kolları morarmıştı. "Prens'im! Burada ne arıyorsunuz? Siz odanızda--" Prens ona dönüp şaşkıbca konuaşan adamın hemen önüne ilerlemiş ve yüzüne sert bir tokat atmıştı. "Benimle nasıl konuşuyorsun?" Normal zamanlarda kraliyet aile üyesi olmasını kullanmazdı fakat şu an kullanacaktı çünkü o çocuğu kurtarmak istiyordu. "Soruma cevap ver!" Bağırdığında etrafta olan gardiyanlardan birkaçı yanlarına koşmuştu. Prens'i, adamı ve çocuğu gördüklerinde ise olayı az çok anlamışlardı.
"Prens'im, bir sorun mu var?" Gardiyanlardan biri sorduğunda Prens ona dönmüştü. "Kim bu? Nasıl bahçeme girip odamın hemen karşısında küçük bir çocuğu dövebiliyor? Nereden aldı bu cesareti?!" Gardiyan ona cevap verememiş, yardım ister gibi diğerlerine bakmıştı. "Prens'im, o bir köle satıcısı. Kral'ımızın emriyle yeni birkaç köle satın almamız için çağrıldı." Başka bir gardiyan Prens'i yanıtladığında Prens, çocuğun yanına ilerleyip onu tutmuştu. Çocuk dahil herkes aniden şaşırmıştı. "Bu bir köle mi?" Adam sertçe yutkunarak başını sallamıştı. "Öyle Prens'im." Prens'i sinirlendirmek istemiyordu. Sinirlendirirse kellesi gidebilirdi.
"Ne kadar?" Adamın gözleri büyümüş, bir Prens'e bir çocuğa bakmıştı. Prens tam olarak ne sormuştu? Bu değersiz piçin fiyatını mı sormuştu? "Aman Prens'im, bir avuç toprak bile ondan daha değerlidir, daha çok işe yarar." Prens tutuşunu biraz sıkılaştırmış ama çocuk acıyla inleyip Prens'in tuttuğu bileğini çekmeye çalışmıştı. "Sorduğum sorunun bu olmadığına eminim." Çocuğun acı inlemesi sonucunda tutuşunu biraz gevşetmişti, Prens. "10 altın? Hayır, hayır... 20 altın. Bu köle için 20 altın vereceğim." Eliyle gardiyana işaret verdiğinde gardiyan anlamış ve adamın omuzunu tutarak hafifçe itmişti. "Size 20 altınızı vereceğim, önden buyrun."
🦋
Yorumlarınız benim için oldukça değerli, lütfen yorum yapmayı unutmayın.
Bölüm sonu,
Ben Hina,
Sizi seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
• vaveyla •
Fanfiction[min yoongi ✝ park jimin] Şimdi bazı şeyleri suskunlukla geçiştireceğim.