BÖLÜM 6

2 0 0
                                    

İLK KALP KIRIKLIĞI

Tek katlı bahçeli bir evin önünde durduğumuzda:

"Burası mı?" diye sordum. Emniyet kemerini çözmek için sağa döndüğünde göz göze geldik. Gülümseyerek:

"Evet." dedi. Bahçenin demir parmaklıklı kapısını iterek eliyle 'Önden buyur' işareti yaptı. Giriş kapısına uzanan beton yolun her iki tarafı yemyeşil çimlerle doluydu. Baharın geldiğine işaret eden kırmızı, pembe ve beyaz güller parlak renkleriyle bahçe duvarlarının dibini süslüyordu. Bahçenin güzelliğine daldığımı fark etmiş olmalı ki:

"Beğendin mi?" diye sordu heyecanla.

"Evet, güzelmiş." dedim beklediği kadar neşeli olmayan bir sesle. Ona karşı soğuk yapmak, onunla iki mesafeli insan gibi konuşmak çok sıkıyordu canımı ama tedbiri elden bırakmamam lazımdı. Yarasına bakıp kendi evime gidecektim, daha fazlası olmayacaktı: Ne samimi bir gülüş, ne de gereksiz muhabbet.

Evlerine ilk defa geliyordum. Perdeler sonuna kadar çekildiği için etrafı çok loş ve ıssız gösteriyordu. Pencereye doğru yürüyüp perdeleri çektim. Salonun içine bir anda dolan parlak ışıklarla afallayıp gözümü kıstım. Ardından pencereyi açıp:

"Arada havalandırmalısın burayı." dedim soğuk bir sesle.

"Şu aralar karanlıkta oturup kalkmak daha çekici geliyor."

Bunun nedenini sormak yerine ilk yardım kitinin nerede olduğunu sordum. Anlattıklarıyla pek ilgilenmediğimi düşünmüş olacak ki ses çıkarmadan koridorda kayboldu. Ben diğer perdeyi çekince ortaya bir kapı uzunluğunda olan Fransız bir pencere belirdi. 'Ne kadar güzel' diye düşündüm Fransız pencerenin nereye açıldığını görünce. Birkaç metre ötede koca bir dut ağacının altında açık kahverengi tonlarında dört kişilik bir masa takımı ve askılı bir salıncak duruyordu. Beni bırakıp gitmemiş olsaydı belki gelecekte çocuğumuzu bu salıncakta sallar, yere düşen dutları toplar, beraber mideye indirirdik.

"Getirdim." sözü irkilip daldığım düşlerden sıyrıldım.

"Tamam, gel buraya otur istersen." dedim salondaki üç mobilyadan biri olan kanepeyi göstererek. Diğer ikisi lila renginde rahat tek kişilik bir koltuk ve sade bir masaydı. Karşısındaki masaya oturup aldığım bezi sade suyla ıslatıp önce kaşındaki kurumuş kanı temizledim. Kan kuruduğu için biraz bastırmak zorunda kalınca karşımdaki adamdan bir 'Ahh' sesi yükseldi.

"Özür dilerim." dedim acıyan bakışlarla. Yarayı temizledikten sonra oksijenli su ile yaranın etrafından geçtim. Tüm bu işlemler boyunca ikimizin ağzından tek bir laf çıkmamıştı. Ben yarayı pür dikkat izliyordum, o ise beni.

"Dikiş gerekiyor." dedim kanlı bezi masaya koyarken. Yarasındaki kanları alınca kaşının altındaki derin çizgi kendini belli etmişti.

"Gerek yok, iyiyim."

"Olmaz öyle, hastaneye gitmen gerekiyor."

"Gerek yok, acısı geçti."

"Kaşının ortasında koca bir delik varken mikrop kapmaman olanaksız!" dedim sesimi yükselterek.

"Sakin ol, ben iyiyim."

"Bana sakin ol deme! Bugün başıma açtığın onca şeyden sonra en azından bunu yap benim için, doktora git. Bu şekilde kalamazsın." dedim sinirlerime sahip çıkmaya çalışarak.

"Tamam giderim gülüm, endişelenme, iyiyim ben." 'Gülüm' hitabı karşısında afallarken "Gülün değilim senin." diyebildim sadece.

"Nalin, bu konuyu artık konuşmamız lazım. Bu böy-"

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 10, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SEN HEP GÜL DİYEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin