gözlerim acıyor.
pazar günleri geldiğim kilise de yapılan ayini izliyordum, saat sabah sekizdi. papaz haç işaretini yüzünün dört bir tarafında tutup gözlerini üzerimde gezdirdi.
"buraya gel genç kız, yüce isa bana senin hayatını gösterecek."
göz devirmek istesem de kendime engel olup yavaş adımlarla papazın önünde durdum, şarap ekmek ve bir bardak kahveyi gösterdi bana "birini seç" dedi.
yutkunup şarabı işaret ettim, kaşları yukarı kalkarken tütsüleri yakmıştı ve biraz olsun etrafa duman bulaşmıştı. istemsizce öksürürken ellerimi ağzıma kapattım.
"sen çok günahkar bir kadınsın, ailen bile seni istememiş. isa'ya karşı gelip yasak bir aşka tutulmuşsun, günahlarından arınman imkansız. daha fazla günah işlemek istemiyorsan, kıy canına. yüce isa sana merhamet edecektir."
ellerim titrerken bir iki adım geriye attım, bunları nerden çıkartmıştı bilmiyorum ama beni sinirlendirmeye yetmişti.
"yüce isa canıma kıymamı istemez, isterse canımı kendisi alabilir. bir şarap kadehine bakıp bunu söylemeniz imkansız, palavracısınız."
arkamda ki insanların sesleri yükselirken, papazın rengi değişmiş gibiydi. dişlerimi sıkıp son hız kiliseden çıktığımda yağmur yağdığını fark ettim. insanların başı öne eğik, koşar adımlarla evlerine gidiyorlardı.
derin bir nefes alıp yavaş adımlarla ileride ki parka ilerledim, bugün dersim yoktu ve sabah beşte aptal bir kabus yüzünden uyanmıştım. uyanır uyanmaz da dışarı yürüyüşe çıkmış, hiç bilmediğim sokaklara gelmiştim. bir kilise görünce de dayanamamış içeri girmiştim, zaten sonrası belliydi.
kendi evime yol almışken geçen günlerde karşıma çıkan kız eun'u görmüştüm. eski sevgilimin ellerinden tutmuş, yağmurun altında dans ediyorlardı. ben sinirle ellerimi sıkarken onlara görünmeden geçip gittim.
kahkahalarını hala duyabiliyordum, bu ne kadar gururumu incitse de sessiz kaldım. sonuçta ona istediği ilgiyi gösteremeyen bendim, başka bir kadına gitmesi sorun değildi.
değil miydi?
büyük bir sorundu.
fazlasıyla hemde.
gözlerim dolarken kendime küfürler yağdırdım içimden, bu kadar duygusal olmaktan nefret ediyordum. oturduğum binanın içine girmiş kendi apartman daireme çıkmıştım.
çıkar çıkmaz ise sırılsıklam bir şekilde kapım önünde oturmuş chaeyoung'ı görmüştüm. elinde ki şişe kırılmış, parçaları etrafa saçılmıştı. başını kaldırınca göz göze gelmiştik, yüzünde ki yaralar bir damla gözyaşımın akıp gitmesine sebep olmuştu.
"roseanne" dedim kısık bir sesle, hızla önünde diz çöküp yüzünü avuçladım. yaraları üzerinde kelebek dokunuşlarımla gezinirken, yanağını elime yasladı.
"bana chaeyoung diye hitap et, tıpkı eski günlerde ki gibi."
yutkunup başımı iki yana salladım "artık roseanne'sın sen, chaeyoung eski günlerde kaldı. şimdi kolunu omzuma at, seni içeriye götüreyim."
dudakları büzüldü, yüzünde ki elimi tutup küçük bir öpücük kondurdu "güzel lisa, çok özledi bu kalp seni. ama, küçücüktün sen. yanına gelmeye o kadar çok korktum ki, ne yapacağımı bilemedim. lisa, biriciğim. on iki yaşındaydın sen, kendimi bir pislik gibi hissettim. on sekiz yaşındaydım ben, küçücük bir çocuğa kalbini bırakan bir kadındım. ne diye peşimden buralara kadar geldin? hala kendimi bir pislik gibi hissediyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lalisa for roseanne | chaelisa
Fanfictionbana adalet öğretmek istiyordun park chaeyoung, fakat ben senden aşkı ve acımasızlığı öğrendim. pranpriya iken lalisa oldum, geçmişini sil dedin, fakat ben seni silemedim. [chaelisa] tamamlandı.