bölüm on altı; köpek sürüsünü ancak bir yılan altedebilir

255 33 47
                                    

lalisa manoban, bana yılan derdi.

bunu dert etmezdim, çünkü dediği gibi ben bir yılandım. sinsi, uzaktan zararsız görünen ama tek bir hamlede zehriyle insanları altedebilen birs yılandım.

dudaklarımdan dökülen kelimeleri umursamazdım, daha doğrusu o kelimeleri kulaklarım duymaz, beynim bile algılayamazdı. çok küçüktüm henüz bana sinir hastası teşhisi konulduğunda.

öfkemi bir şeylerden çıkarmalıydım, bu yüzden bedenim ilk durağım olmuştu. bana verdikleri ilaçları yutmuş gibi yapıp ağzımda tutuyordum, ve o tuttuğum ilaçları da tükürüp atıyordum.

tırnaklarımı uzatıp tüm bedenimi kesikler içinde bırakıyordum, erkeklere verilen jiletleri gizlice alıp bedenimde kesikler açıyordum. ağzımda ki kanı tükürüp az önce yere serdiğim adamın başına sertçe baskı yaptım.

"yemin olsun ki seni öldürebilirim jiwa, bana kajioja'nın yerini söyle. bu sektörden gidişime en çok sen sevinmiştin hatırlıyor musun? şimdi yasa dolu hayatımı geride bırakır, yine buraya dönerim."

korkudan iki büklüm olmuş jiwa ellerini birleştirdi "lütfen roseanne, bana bir şey yapma. nerede olduklarını bilmiyorum, sadece ara sıra babamın barına geliyorlar. onun dışında onlarla bir ilgim yok."

sinirle çığlık atıp başına tekmemi geçirdim, dudaklarından dökülen acı çığırışı ya da bayılmasını umursamadım. arkamı döndüğüm gibi, yıllardır hayatımı çürüttüğüm sokaklardan çıktım.

başım çatlıyordu, kış güneşimi bulmak için herşeyi yapıyordum fakat olmuyordu. iki gün olmuştu o benden gideli, iki gün olmuştu ben hayattan vazgeçeli.

ellerim titriyordu, sorular zihnimi asla rahat bırakmıyordu. o, yaşıyor muydu? o adam ona ne yapmıştı? çok ağlamış mıydı benim meleğim, ya da her ağladığında yaptığı gibi adımı sayıklamış mıydı?

gözlerim dolu dolu, son umudum olan eve ilerledim. bacaklarım titrerken tek katlı müstakil evin kapısını tıklattım. içeriden gelen sesleri duyduğumda beklemeye başladım, uzun zaman önce beni kirli işlerine alet eden, fakat sonradan hayatımı kurtaran kim jongdae'in evine gelmiştim.

kapı açıldığında dağınık saçlarıyla karşıladı beni, yüzü bariz bir şaşkınlığa bürünürken adımı zikretti "roseanne, ne işin var burada?"

hıçkırdım.

"j-jongdae, aldılar onu benden."

dayanamayıp ağlamaya başladığımda yüzü daha şaşkın bir hâl aldı ve kolumdan tutup içeri çekti beni. tek tük eşyaların olduğu salonuna girince kendimi koltuğa attım, o da önümde diz çöküp ellerimi tuttu.

"lisa, onu mu aldılar?"

tekrar hıçkırdım ve ellerimle yüzümü kapattım "yemin olsun ki ona olan aşkımı gizlemek için herşeyi yaptım, babası öğrenmesin diye okulda iken hep düşmanmışız gibi konuştum. ben ona deli gibi aşıkken, herkes ondan nefret ediyorum sanıyordu. dae... iki gün oldu, bulduğumuz her yerden kaçmış o pislikler, k-kim bilir ne yaptılar ona.."

daha şiddetle ağlamaya başladım, omuzlarım sarsılıyor, bir yandan da jongdae bana sarılıyordu.

"roseanne sana kötü hissettirmek istemiyorum fakat, onun babasını biliyorsun."

sustu.

daha çok ağladım, o geri çekilip yüzümü avuçlarken ve gözyaşlarımı silerken öyle yabancı hissettim ki. lalisa silmeliydi gözyaşlarımı, o öpmeliydi göz kapaklarımdan, ben bir tek onun kokusuyla huzur bulabilirdim.

lalisa for roseanne | chaelisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin