bölüm on iki; bir zihinde can çekişen iki aşık

338 43 8
                                    

sevgi nedir bilmez çocuklardık biz, dizlerimiz yara bere, kıyafetlerimiz kir pas içinde olurdu. kırılmış çocuklardık biz, sevmeyi ya da sevilmeyi bilmezdik. kalbimizde yeşeren duygular bizi korkuturdu, çareyi kaçmakta bulurduk.

roseanne park'ın da yaptığı buydu. onu suçlamıyordum, henüz çok küçüktüm ve bana beslediği duygular ona yanlış hissettirmişti. benim on ikimde ona olan hislerimi, çocuk hevesi zannetmişti.

ama şimdi yirmi iki yaşındayım, onun mutfağında gelişini beklerken sevdiği yemeklerden yapmaya çalışıyorum.

yaşadıklarım, gördüklerim ve duyduklarım garipti. park roseanne bana beni sevdiğini hissettiriyordu, ama sonra gelip yüzüme vurduğu tokatla beni yerin dibine sokuyordu.

anahtar sesi duymamla karıştırdığım çorbayı bıraktım, fazla özenli gibi görünmek istememiştim. dudaklarım ve ellerim heyecandan titriyor, kışın habercisi olan bu soğuk rüzgarların pencereden içeri sızıp bedenimi kavurmasını istiyordum.

eve dolan tanıdık koku ve belime sarılan kollarla derin bir nefes verdim, teni tenime değdiği an bittiğimi hissediyordum.

"benim küçüğüm, bana yemek mi yapmış?" dedi usulca boynuma öpücükler kondururken. belimde ki ellerini itip ona doğru döndüm, beni tezgah ile kendisi arasında sıkıştırmıştı.

"hayır kendim için yaptım, acıktım çünkü." dedim soğuk tutmaya çalıştığım sesimle, hâlbuki yanaklarımda ki pembelikler ve heyecandan sürekli ısırdığım dudaklarım beni ele veriyordu.

kıkırdadı "öyle olsun bakalım, hadi sen içeri geç bende sofrayı kurayım."

başımı sallayıp kolları arasından çıkıp içeri adımladım, ruhum çekilmiş gibi hissediyordum. chaeyoung sofrayı hazırlarken, hazır ramen de çıkarttığını görmüştüm. gün boyu iş yerinde yorulduğum için koltukta geriye yaslanmış, onun evini incelemeye başlamıştım.

aşinaydım onun evine, kendine has tarzına. duvarları tablolarla süslüydü, bir tablosunda ikimizi resmetmişti. ne kadar bu düşüncemi inkar etse de, emindim o tablodakilerin biz olduğumuza.

birbirine sarılmış iki çıplak beden vardı, bir tanesinin sırtında derin kanayan bir yara, bir tanesinin de boynundan omzuna kadar gelen derin bir kesik vardı. siyah kaküllü kızın gözünün hemen altında bir ben vardı, sarı kısa saçlı kızın ise dudağında pek belli olmasa da gül motifi vardı.

iki bedenin dışında arka plan o kadar tanıdıktı ki..
yıllarımızı geçirdiğimiz yetimahane odamızdan başka bir yer değildi orası. küçük detaylarda, benim küçükken çizdiğim resimler görünüyordu. ben dalıp gitmişken chaeyoung'ın sesini duydum "oradakiler biz değiliz lisa, şunu düşünmeyi kes artık."

derin bir nefes alıp tablodan zar zor gözlerimi ayırdım, duvara yaslanmış bıkkın bir ifadeyle beni izliyordu.

"yetimhane odamızda ki bu iki kadın kim o zaman roseanne?" dedim inatla.

derin bir nefes verdi "zihnimde can çekişen iki aşık onlar, biz olamayacak kadar imkansız."

duraksadım, kurduğu hayalleri resmederdi genelde tablolarına. ve bu anlayamadığım türden bir hayaldi, başım ağrımaya başlarken ayağa kalkıp ona fazla bakmadan mutfağa girdim. masaya koyduğu yosun çorbası ve ramen gözlerime ilişince, açık pencerenin olduğu tarafta ki sandalyeye oturdum.

gömleğinin bir kaç düğmesini açmış, benim gibi sandalyesine oturmuştu. hiçbir şey demeden yemeğimizi yerken olan şeyleri düşünüyordum. pranpriya uzun zamandır gözümün önüne gelmiyordu, onu görmek için can atıyordum fakat gelmek istemiyor gibiydi.

lalisa for roseanne | chaelisaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin