Hyunjin'in ağzından.
Yüzüme ıslaklık çarpıyordu, yağmur yağıyor olmalıydı. Şiddetli bir yağmurdu yoksa bedenimdeki bu kadar hissizlikle o yağmurları anlayamazdım ama yağmurun şiddeti bir an olsun hızımı kesmiyordu. Ağlıyordum, kimse fark etmiyordu. Ona yetişebilmek, nefesimi nefesine katabilmek için koşmam gerekiyordu. İnsanlara çarpa çarpa, trafik ışıklarına aldırmadan koşuyordum. Yağmurdan ıslanan saçlarım dökülmüştü alnıma, sallanıyordu ben koştukça.
O kadar pişmandım ki... Onu fark etmediğim için. Belki, onu görseydim mutlu olabilirdik. İyileşebilirdi ve bana sonsuza dek gülümseyebilirdi. Ama şimdi, bir daha hiç gülmemek üzere kapayacaktı gözlerini. Ben, buna dayanamıyordum. Onun o güzel sesini, bir daha duymamayı kaldıramıyordum. Bana çok gül, çok sev, çok küs, çok barış demişti... O yokken nasıl gülecektim? O yokken kimi sevecektim ben? Kime küsüp, kiminle barışacaktım haberi olmadan? Ben, onsuzluğa hiç hazır değildim.
Hastanenin büyük kapısından içeriye adımımı attım. Koluma biri girdi. Beni bir yerlere sürüklüyordu. Bu her kimse onunla merdivenlere yöneldik ve ellerimle duvarlardan destek ala ala çıktım yukarıya. Onun kokusuyla dolup taşması gereken ciğerlerim, nefes almakta dahi zorlanıyordu. Belki, çilek kokan saçlarını içime çekince nefes alırdım... belki.
Bir kapının önüne getirdi beni, elleri kolumdan çekildi. Nefesim kesiliyordu, tek bir adım atacak cesaretim yok. Ellerimi zar zor kapının koluna getirdim. Açtım o kapıyı. Gözlerimi sıkıca yumdum ve sanki gözlerimin altındaki karanlığı onun güzel görüntüsü kapladı, titreyerek gözlerimi tekrardan açtım.
Gözlerimiz onun bedenini buldu ve kalbimin yok olduğunu hissettim. Kolları mosmordu, deliklerle doluydu, dudakları ilk sarıldığımız günün aksine gülmüyordu.
Midemin bulandığını hissettim, aşağıdaki sıkıca birleştirdiğim ellerim mideme doğru gitti ve yüzümü buruşturmamak için çaba sarf ettim. Küçüktü, çok küçüktü. Onun küçük bedeni belki de bu hayatta güzelliklerle kavuşamayacaktı.
Midem bulanıyordu, midem daha fazla bulanıyordu. Elim dudaklarıma doğru gitti, kendimden defalarca tiksinmiş biri olarak daha fazla tiksindim.
"Hyunjin," Sesinde çaresizliği hissettim. Hissettim ve hissettiğim beni mahvetti.
Dizlerimin üzerinde duramıyordum, gözlerim sanki görmüyordu. Ağzımı açamıyordum. Söylemek istediğim onlarca şey vardı şu odada, izmaritimin yanında. Ama değil konuşmak, dudaklarımı hareket bile ettiremiyordum.
"Kalbim."
Daha önce defalarca ölümle burun buruna gelmiştim, defalarca beni kovalamıştı ve ben de ondan defalarca kaçmıştım ama şimdi ölümü ilk defa bu kadar gerçekçi, yanımda nefes alıyormuş gibi hissediyordum. Azrail'in nefesi; omzumun üzerindeydi, benden kalbimi alacaktı.
Derin bir nefes aldım. Bir an bile düşünmedim. Son bir nefes verdim. Düşündüklerimden kaçtım, dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Onu öpmek gülümsememe neden oldu, yaşlar art arda akarken gülümsemek, aklımı kaçırdığımı gösterir miydi?
Dudaklarımı dudaklarından çektim. Aşağıdaki ellerim ellerini buldu, ellerim titriyordu, parmaklarımı açıp kapattım, daha sıkı tuttum elini, gitmesin diye. Gözlerimi gözlerine diktim. Gözlerimiz birbirini buldu ve bana muhtaçmış gibi, ihtiyacı varmış gibi baktı. Gülümsedi. Gülümsemesiyle nefes alamaz oldum.
Daha fazla bana bakmadı. Gözleri kapandı.
"Hayır." Acıyla nefesimi verdim ve göğsümde kocaman bir ateşin yükseldiğini, nefesimi bile yaktığını hissederek "Hayır!" diye bağırdım. Ateş filizlenmiş olan korkularımı da yakmak istedi ama o kadar zehirliydi ki ateş bile söndü. "Jeongin, hayır!" Acıyla haykırarak "Sevgilim ölüyor!" diye bağırdım.
Kalbimin üzerine ucu sivri bir mil giriyormuş gibi oldu sonra o milin ucu sanki paslandı ve tam kalbimin üzerinde kaldı. Kalbim her attığında o mile çarptı ve ben her çarptığında bağırmaya başladım. "Yalvarırım gitme!"
Sanki onunla beraber benim nefesim kesiliyordu, nefesimi tutuyordum, görünmez olmak istiyordum. Acı içindeydim. Ne söylediğimi bilmiyordum.
Başımı iki yana salladım ve gözlerime dolan yaşların akmaması için çaba sarf ettim fakat yaşlar intihar etmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Elim kalbime doğru gitti, kalbimin üzerinde onu hissettim.
Ölüm hiç hissedemeyeceğimiz kadar soğuktu. Bedeni kadar soğuktu ki beni mahvediyordu, ellerimi uyuşturuyordu, ciğerlerime hava dolmasını engelliyordu. Bedeni sanki buz gibi bir suyun içinde kalmış ve öylece donmuş gibi hareket etmiyordu.
Bedenine bakarken dilimin bile uyuşmaya başladığını hissediyordum. Kendimde değildim. Bir damla yaş gözümden düştü ve oradan sevgilimin dudaklarını buldu. "Bende seni çok sevdim," dedim zorlukla konuşarak. "İzmaritim."
***
Böyle olsun istememiştim.
Ama final.
Anlatmak istediklerim bu kadardı. 58 bölüm boyunca beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cigarette butts, hyunin
Fanfictionizmarit: özür dilerim. (14.20) - izmarit: şimdi, senden aldıklarımı, (14.20) - izmarit: sana verme vakti. (14.20) - izmarit: ben seni çok sevdim. (14.20) - ANGST cr: cemal adami