1.1

77 13 3
                                    

"İdam gününe sadece üç gün kaldı. Ne ironik değil mi, kardeşim?"

"Ne demezsin..?" diye cevap verdi Chris kırmızı saçlı olana. Ve güldü sonra, canı her ne kadar sıkkın olsa da bu gülmeyeceği anlamına gelmiyordu. Her şey bir anda gözünün önünden kayıp gidecekti, bulutlardan aşağı düşen binlerce yağmur damlası gibi yeryüzüne sertçe çaptıktan sonra kan gölünün içindeki küçük su tanecikleri olacaklardı. Kan akacaktı değil mi? Bir sürü kan akacaktı, evet. Herkes olması gerektiği yere varmak için savaşacaktı, tabii Chris bu savaşı çok önceden tamamlamıştı, geriye sadece beklemek kalıyordu. Birinci annesi Mathilda'nın ölümü de içindeki intikam duygusunu kamçılıyordu. İrite ediciydi, uzun süreden beri bu sarayın içinde tıkılı kalmak, asla yapmayacağını düşündüğü şeyleri yapmak, zordu. Kokusu burnuna sinmiş duvarların içinde ne kadar çığlık vardı, kimse bilemezdi. Zira tahmin etmesi zordu. Onca insanın ruhu, onca çekik gözlünün ruhu bu illet saraya musallat olmuş olmalıydı.

Kimse Kral Arthur'un katliamından öyle boş bir şekilde kaçmazdı.

Ve ne büyük karmaşadır, ne büyük tekrarlanmadır ki aynı katliam birkaç gün sonra çok kan akıtacaktı. 

Ruhlar musallat olur mu saraya bilinmez, zira başında bir kral olmayacaktı. 

"Böyle kara kara ne düşünüyorsun?"

"Çektiğimiz çileleri, geçmişi ve geleceği. Hepsini aynı anda düşünmek böyle ruhsuz görünmeme neden oluyor bazen." 

"Gerçekten, ne çok şey atlattık değil mi? İpin ucunda olduğumuzu hissediyorum Chris.."

"Seonghwa, sen nereye gideceksin?"

"Ben, Roma'da olacağım, Yeosang'la beraber. Sen?"

"Paris."

"Felix'i bırakmakta kararlı mısın?"

"Evet. Benden tiksineceğini bildiğim için, ona şu gün şu dakika bile tüm gerçekleri anlatsam idam gününde bana olan bakışını değiştiremem. Yine de, belki görüşürüz deme fırsatım olur. Belki de Paris'e gittiğimi söylerim ona. Bilmiyorum Seonghwa, tek bildiğim ona sırılsıklam aşık olduğum."

Seonghwa bir şey demedi, sadece hafiften iç çekip nefeslerini düzenlemeye çalıştı, içtiği sigara boğazını hafiften yakmıştı. Chris'in ağzından çıkan yumuşak dumanlar ise dişlerinin arasında duran piposunun rengini boğuklaştırıyordu. Yine farklı düşüncelere dalarken Seonghwa derin bir iç çekti.

"Yok oluyormuşum gibi hissediyorum. Sanki ruhsuzlaşıyormuşum gibi; hiçbir şey hissedemiyorum, gülümseyince içimde gerçek mutluluğu göremiyorum. Duygular sanki benden kaçıyormuş gibi, sanki hayat ellerimin arasından kayıp gidiyormuş gibi....hissedemiyorum."

Chris piposunu ağzından alıp iki parmağı arasında masaya bıraktığında kalkıp kardeşine sarıldı. Seonghwa'nın gözünden yaşlar akmaya başlamıştı bile.

"Her şeyi kaybettim.." araya bir hıçkırık sesi girdi ve Chris avuturcasına kırmızı tutamları okşadı "kaybettik.. Jieun annemizi kaybettik.. Ruhlarımızı kuruttuk, çürüttük bu lanetli duvarların içinde.." ayrıldıklarında Chris gözünden sessizce süzülen yaşlara aldırmadan ellerini Seonghwa'nın yanaklarına yerleştirdi "Ağabey.. en çok sen kaybettin be.. En çok sen törpüledin ömrünü.. En çok sen çürüttün ruhunu.."

"Şşhh.. Sakin ol bakalım, kaybetmiş olabiliriz ama kazanacağız bu sefer.." diye mırıldandı Chris kısılmış sesiyle. Bir yandan da Seonghwa'nın gözyaşlarını silip yanaklarını öpmüştü birkaç kez. Seonghwa ise sadece gözlerini kapatıp mis kokuyu içine çekmişti; küçüklüğünden beri ağladığında, korktuğunda veya üzüldüğünde onu sakinleştiren tek şey abisinin öpücükleri ve yaseminle orkidenin karışımı olan kokusuydu. Başını onun omzuna gömdü tekrar ve daha yeni kontrol edebilmeye başladığı sesini hıçkırıklarından ayıklayarak söyledi;

Shadow |Chanlix ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin