3

24 10 42
                                    

                                                       23.04.2002

Sevgili günlük:
Gece gözlerimi vampir kılıklı adamla açtım.  Her şeyin bir rüya olmasını umarak uyansamda bir yanım sebepsiz yere mutluydu. Ne de olsa hep hayalim olan bir yerdeydim! bir kere vampirdim. Meraklı gözlerle bana bakan vampir kılıklı olan ama gerçektende vampir olan adama baktım.

Uzun bir bakışmanın ardından "Ekselansları artık bana ne olup bittiğini anlatacak mısınız?" Dedi. Şüpheyle yaklaşsamda bana bağlıydı, bana bir şey olursa ona da olurdu. Bu yüzden baştan sona neler olup bittiyse ona anlattım.

Pek şaşırmışa benzemiyordu ya da inanmamış gibi de davranmıyordu. "Meraklanmayın ekselansları size inanıyor ve güveniyorum. Ama şimdilik babanız sizi bekler. Sabaha doğru yine oramana gider o kurt kızla konuşuruz. Bu durumu halledebileceğimizden emin olabilirsiniz."  Dedi.

Daha adını bile bilmediğim, bana bağlı bu adam, beni tanımadığı halde bana hem güveniyor hem de yardım ediyordu. Acaba ona her şeyi anlatmakla büyük bir hata mı yapmıştım? Bilmiyorum ama buradan tek başımıza kurtulamayız.

Vampir adam önümde ilerliyordu. Dediğine göre majesteleri olan babamla buluşacak ve konuşacaktım. Biraz daha ilerledikten sonra uzun, büyük ve gümüş bir kapıdan içeri girdik. Önümüzde camdan yapılmış kocaman bir masa vardı. Masanın başında fit duran bir adam, solundaysa 20 lik gençlere taş çıkaracak bir kadın vardı.

Vampir adam bana doğru eğilip "Majestelerine referans ver. Sandalyeni çekince otur ve konuşmasına ayak uydur." Dedi. Dediklerine harfiyen uydum. Aaah sen gel koskoca vampir prenses ol ama ne yapacağını ve güçlerini bileme milletin sözünü dinle. Şu halde olacağımı bilseydim ister miydim vampir olmak? Aslaaaaa!

"Aura kızım iyi misin? Dün yemeğe de gelmedin. Aç aç duruyosun bak. Sana en sevdiğin kanı getirttirdim. Büyücülerin kanları ABrh- çok seversin bebeğim hadi iç." Hangi dönem, devir veya evren olursa olsun bu anneler hiç değişmiyor demek ki. Ve buradaki Aura ben oluyorum galiba? "İçerim annecim sen meraklanma ama benimle ne konuşmak istiyordunuz?"

Gerçekten çok açtım ve bu kan çok ilgimi çekiyordu. Ama yani kan bu kan midemde değil damarlarımda olmalı. Majesteleri kana olan bakışımı fark edince bi kahkaha koparttı ve "Bakma şöyle kana iç işte. Ama haklısın asıl konuya girmeliyiz artık. Evlenme yaşın geldi. Doğru düzgün bir vampir bul ve evlen bu ülkenin bir krala ihtiyacı var." Dedi.

Ne yani kadınlar ülke yönetemez mi şimdi?  Bir de bununla mı uğraşacaktım? Ve açım ben! Kafamla onaylamakla yetindim. Hareketimden memnun olmuşa benziyorlardı. Ama benim tek odağım kristal bardakta duran o kıpkırmızı kandı. Ellerimi yavaşça götürdüm ve büyük bir iştahla son damlasına kadar bitirdim. Tadı çok güzeldi. Birisi gelip bardağıma biraz daha kan doldurdu. 3 bardak kandan sonra bana bağlı olan vampir,uyarı anlamında öksürdü. Kendimi kontrol edemiyordum daha fazla kana ihtiyacım vardı sanki.
"Ekselansları diyetinizi unutmayınız bir de yapacak işleriniz vardı. Bugün okumanız gereken kitaplar ve halkınıza göstermeniz gereken bir ilgi var. Lütfen üstünüzü değiştirmek için odanıza çıkın."  Başımı tamam anlamında salladım. Bu benim için çok zordu. Kanın tadının bu kadar güzel olacağını bilmiyordum.

İkimizde referans verip uzun koridoru yürümeye başladık. "Adım sebastian. Sizin yani Aura hanımın bağlı hizmetkarıyım. Eski bir efsaneye göre peri tapınağında kırmızı ve altın varaklı bir kitap varmış. Bu kitabı ele geçiren kişiler istediği boyuta ve evrene gidebilirmiş. Ama bu kitabı ele geçirmek kolay değildir. İstediği zaman ortaya çıkar ve o tapınağı koruyan bir çok muhafız ve yaratıklar varmış. Siz anlatana kadar kitabın gerçek olup olmadığını bilmiyordum." Dedi. Bana inanma sebebi bu olmalıydı. Hala canım çok fazla kan istiyor şu an ne kitap ne de evrenler umrumda. Benim kana ihtiyacım vardı. " Sebastian benim kana ihtiyacım var. Kan istiyorum, kan içtikten sonra konuşalım ama lütfen ilk kan." Dedim. Yumuşak bir bakış attı. Kapımı açtı ve geçmemi bekledikten sonra gitti. Niye gitti ki? Ben burada kan istiyordum. Kan mı bulacaktı bana? Açım ve kana ihtiyacım var.

Aradan bir kaç dakika geçtikten sonra elinde birkaç poşet kanla geldi. Hemen elindeki kanları aldım ve tek bir damla bile kalmayana kadar bitirdim. Bu kanların tadı çok güzeldi. Ama artık Papatyayla buluşma zamanım gelmişti. Onu çok özlemiş ve çok merak ediyordum. Ama keşke biraz daha kan olsaydı. "Sebastian beni papatyanın yanına götürür müsün? Dediklerini ona da anlatmalıyım ve yoldayken biraz daha kan alabilir miyiz?" Dedim. Sebastian biraz somurtsa da tamam dedi.

Yine ışık hızıyla karlı ormana girdik. Papatyayı beklerken etrafta beyaz bir tavşan gördüm. Nasıl yaptım bilmiyorum ama birden beyaz tavşanı ensesinden tuttum ve ağzıma götürdüm. Kan kalmayana kadar tavşanı sömürmüştüm resmen. Bir kaç saniye ne yaptığımı düşündüm. Bir tavşanı öldürmüş ve tüm kanını içmiştim. Ben bir canavardım! Ne yapmıştım böyle? Sebastian yanıma gelmişti. Omzumu tuttu ve beni göğsüne yasladı. "Korkma Alya ben hep senin yanında olacağım. Ayrıca sen bir vampirsin, kan içmek geninde var. Bu kadar iştahlı olmanda ayrıca güzel bir durum." Dedi ve dudağımın kenarındaki kanı sildi. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki o an nasıl anlatacağımı bilemedim. Papatyanın öksürük sesi olmasaydı kendime gelemezdim. "Gençler bölüyorum ama kusuruma bakmazsınız umarım. UuU bu tavşannnn. Ölmüş mü o? Yazık yavruma yaaa. Eti güzel midir ki açım da biraz. Ne birazı kurt gibi açımmmm ksudjsjsnjz. Anladınız mı kurdum ya ben." Dedi ve gülmeye devam etti. Bu karda değil ama papatyanın soğuk espirileri yüzünden donabilirdim.

Sebastin'dan ayrılıp Papatyanın boynuna atladım. Şapşalı çok özlemiştim. Çok sıkmış olmalıyım ki en son ölüyoruuumm diye bağırıyordu. Sebastian bu halimize kıkırdamıştı. Onu ilk defa kıkırdarken görüyorum.

Papatyaya kitap ve tapınak hakkında bildiklerimi anlattım. Bir an önce tapınağa gitmek istediğini belirtti. Kömür kullanarak siyaha boyanıp çarşıya karışacağını, bilgi toplayacağını söylemişti. Bu onun için çok tehlikeli olsa bile onu tutabileceğimi hiç sanmıyordum. Papatya hep burnunun dikine giden bir kızdı. Başına bir iş gelse ya da bir kavgaya bulaşsa ya döver ya da oradan kaçmanın bir yolunu mutlaka bulurdu. Bu yüzden ben bir şey demesemde Sebastian "hayır oraya ne beyaz halinizle ne de siyah halinizle gidebilirsiniz. Tüyleriz beyaz ve parlak. Kömür, siyah yapar ama mat olmayacağı için beyaz olduğunuz belli olur. Beyaz kurtlar hem türlerin hemde yaratıkların en altındadır. Şimdiye kadar yaşıyor olmanız bir mucize. Neslinizin sonuncususunuz. Ölseniz kimsenin umru olmaz. Ve dediğim gibi beyaz tüyler hep parlaktır, kömür bir işe yaramaz." Dedi. Papatya bir şey diyemedi sadece başını eğmekle yetindi.

Ayrıldığımızdan sonra neler olmuştu acaba? Anlatmasını beklesemde bir şey demedi. Sorsamda tek cevabı rahat olduğu bir yerde saklandığı olmuştu. Ona güvenmek ve inanmak istesemde bir şey gizlediği belliydi. "Kan veya kırmızı boya kullansam, kızıl kurt olsam o zaman olmaz mı? Karışamaz mıyım çarşıya?" Dedi. Sebastian bunun olabileceğini söylediğinde biz geri kaldığım odaya gitmiştik. Papatya'ysa bilmiyorum. Söylemeyi reddettiği yere...

Peri Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin