OLYMPEA-MECLİS
———Karanlık... Çok karanlık.
Üşüyorum. Ölümün soğukluğu bu.
Titriyorum.. Ruhum, bedenimden ayrılmak üzere.
"Hoş geldin." diyor ilahi bir ses.
Etraf aydınlanıyor.
Artık üşümüyorum.
Bir okyanusun yanında beliriyorum.
Okyanus kabarıp yanıma kadar geliyor.
Gülümsüyorum. Okyanus gülüşlerimle dalgalanıyor.
Benim için ahenkle dans ediyor.
Yükseliyor..
Yükseliyor ve yükseliyor.
Okyanus yavaşça tüm bedenimi sarıyor.
Canımı yakmıyor, beni boğmuyor.
Kendimi ona teslim ediyorum.
Dalgalar beni alıyor.
Su, tüm yaralarımın üstünde dolaşıyor.
Beni iyileştiriyor.
Gözlerimi açıyorum. Okyanus hızla kaybolup yerini alevlere bırakıyor.
Korkuyorum. 'Alev beni yakacak!'
Ama alevler tenime değiyor.
Bir annenin şefkatle çocuğunu okşaması gibi.
Kendimi ona teslim ediyorum.
Alevler harla bedenimi sarıyor.
Acı dolu bir çığlık etrafta yankılanıyor.
Bir kahkaha yükseliyor.
"Ateşe asla güvenme." diyor ilahi ses.
"O en yalancıdır."
"O yok edendir."
Yok oluyorum...
——
Dudaklarımdan acı dolu bir inilti yayıldı. Tüm bedenimde kırıklar var gibiydi. Burnuma ise rutubet ve kan kokuları ilişiyordu ama nerede olduğumu bilmiyordum. Gerinmeye çalıştığımda tüm vücudumun yapış yapış olan bir şeye battığını fark ettim."Aç gözünü, bak kaderine." Zihnimde yükselen ses tüylerimi ürpertti.
Güçlükle gözlerimi araladım. Koyu gri sütunların yükseldiği, etrafın kayalıklarla kaplı olduğu bir yerdeydim. Eski bir tapınağa benziyordu, yerlerde ise balçığa benzer bir şey vardı ama rengi kırmızıydı. Ayağa kalkmaya çalıştığımda başıma keskin bir ağrı saplandı ve tekrardan yere düştüm bu sefer bacağıma bir şey batmıştı. Yavaşça kalkıp batan şeyin ne olduğuna baktım. Bir iskelet parçasıydı.
Bulanıklaşan görüşümün düzelmesini bekledim, belliki yanlış görmüştüm. Gözlerimi birkaç kez art arda kırpıp açtım. Görüşüm netleşmişti.
Burnuma ilişen ağır kan kokusu ve gördüğüm iskelet parçaları midemi bulandırdı. Elimle ağzımı kapattım."Evet, sevgili Olympea halkı!" Yankılanan ses korkuyla irkilmeme neden oldu ve hızla arkama döndüm. İnanılır gibi değildi. Tapınağın üst kısımlarında camlı bir yer ve oradan beni izleyen insanlar vardı fakat gözlerim sadece birininkiyle birleşince kalbim deli gibi atmaya başlamıştı.
Yüzünde aynı soğukkanlı yapay gülüşüyle yeşil gözlü adam, Ragnor vardı. Büyük bir ihtişamla tahtta oturuyordu. Kafasındaki tâcın parlaklığı gözlerime yansıdı.
Birkaç adım geriye sendeledim. Bu bir şaka olmalıydı. Tüm bunlar gerçek olamazdı.Ses tekrardan yükseldi. "Karşınızda, Tanrıçaların günahı!" bir alkış tufanı oluştu.
Zihnimde sesler yankılandı.
"Günahlar ve günahkarlar."Kendimi bir sirkte gibi hissediyordum. Ağlamak istedim.
"Onu yakalayan Yüce Lordum," Eliyle kenarda duvara yaslanmış bir adamı gösterdi. Siyah dağınık saçları vardı ve teni açıktı. Üstünde ilk birkaç düğmesi açık siyah gömlek ve pantolon, sırtında ise uzun siyah deriden bir pelerin bulunuyordu. "Alev ve Gölge Krallığının Lordu, Yüce Lord Aren!" Kalabalık adamı alkışladı ve tezahüratlar etmeye başladılar."Savaşlar ve savaşçılar."
Kafamda yapboz parçalarını birleştirmeye çalıştım
Zihnimde bazı görüntüler ve sesler belirdi.
"Geldim."
"Sonunda beni koruyor musun siyah kanatlı?"
"Geç kaldın." "Ben bu sefer ölmek istiyorum."
"Geç kalmadım, ölmek yok benim deli alevim."..

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Asiller ve Asiler
Fantasy*** Karanlığın içinde bir bebek görüyorum "Sen bir cezasın" Ağlıyor ve gülümsüyor "Sen en büyük günahsın." Saçları alev "Sen hem ateşlerin." Gözleri okyanus gibi "Hem de okyanusların en büyük utancısın." Bebeğin yanına yaklaşıyorum. Yaklaştıkça ka...