Çok vakit, Charles bir işe gitti mi Emma da kat kat çamaşır altına sakladığı yeşil ipek tabakayı dolaptan çıkarırdı.
Açar, bakar, mineçiçeği ve tütün kokusu sinmiş astarı kokladığı olurdu, acaba kimin tabakasıydı?.. Vikont'un olacak. Belki de sevdiği kadının bir hediyesidir. Herkesten gizli, mini mini bir pelesenk gergefte işlenmiştir; düşünceli düşünceli çalışan kadıncağız buna kim bilir kaç saat göz nuru dökmüş, büklüm büklüm yumuşak saçlarını değdirmiştir. Kanaviçenin deliklerinden bir aşk esintisi geçmiş, her batırılan iğne bu kumaşa ya bir ümit, ya bir hatırayı iliştirmişti; birbirine dolanmış bu ibrişimler hep aynı sessiz ve ateşli aşkın sürüp gitmesi değil miydi? Sonra bir sabah Vikont gelmiş, tabakayı almış, götürmüştü. O, geniş söveli şömineler üzerinde, çiçek saksıları ile Pompadur saatler arasında dururken, acaba neler konuşulmuştu?.. Emma Tostes'ta, Vikont ise şimdi Paris'te; yani orada! Paris kim bilir nasıl bir yerdir? Adı bile insana ne sonsuz hayaller veriyor! Emma, kulaklarında bir katedral çanı gibi uğuldayan, pomata çanaklarının üzerindeki yazıya varıncaya kadar her yerde gördüğü o ışıldayan adı kendi kendine yavaşça tekrar etmekten bir haz duyardı.
Gece vakti balıkçılar, yük arabalarına binmiş, Marjolaine şarkısını söyleyerek evin önünden geçerken Emma uyanır, demirli tekerleklerin gürültüsünü, şehirden çıkıp da toprak yollarda boğuklaşıncaya kadar dinlerdi:
— Yarın oraya varacaklar!.. derdi.
Hayalinden onların ardı sıra gider, çıkıp inerek bayırlar aşar, yıldızlar altında kırlardan geçerdi. Belirsiz bir uzaklıktan daima ne olduğu bilinmedik bir yere gelir, kadının hülyası bundan öte geçemezdi.
Bir Paris planı aldı; bunun üzerinde parmağını gezdirerek başkentte uzun uzun dolaştığı olurdu. Caddelerden çıkar, her köşede, sokakların çizgileri arasında, evleri gösteren dört köşe beyaz lekeler önünde dururdu. Nihayet yorulan gözlerini yumar, karanlıklarda sokak fenerlerinin yakıldığını, tiyatroların direkli avluları önünde yayılan arabaların basamaklarını görürdü.
Kadınlara mahsus Corbeille gazetesi ile Sylphe des Salons'a abone oldu. Piyeslerin ilk temsili, koşular, müsamereler, balolar hakkında yazılanları, bir kelime atlamadan okur; sahneye yeni çıkan bir kadın artistle, yeni açılan mağazalarla alakadar olurdu. Son modayı, iyi terzilerin adresini, Opêra'ya, Bois de Boulougne'a ne gün gidileceğini bilirdi. Eugène Sue'nün romanlarından salonların nasıl döşendiğini öğrendi; Balzac'ın, George Sand'ın eserlerini okuyup şahsi arzularını; heveslerini hiç olmazsa hayalen tatmine çalıştı. Kitabını sofrada bile elinden bırakmaz, Charles konuşarak yemek yerken, Emma bir romanın sayfalarını çevirirdi. Her okuduğunda Vikont'u hatırlatan bir şey bulur, romanlardaki şahısları bir yönden ona benzetirdi. Fakat merkezini Vikont'un oluşturduğu daire gitgide genişledi ve taşıdığı hale, onun çehresinden ayrılıp daha uzaklara yayıldı, kadının birçok başka hülyalarına ışık verdi.
Paris, okyanustan büyük, ondan da geniş bir şey olmuş, altın ve gümüş yaldızlı bir havaya bürünmüş, Emma'nın gözleri önünde pırıl pırıl yanıyordu. Ama o hayhuy içinde kaynaşan kalabalık hayat yine de kısım kısım ayrılmış, birbirinden ayrı tablolara bölünmüştü. Bunlardan yalnız ikisi üçü Emma'nın gözleri önünde canlanıyor, ötekilerin hepsini gizliyor ve bütün insanlığı yalnız onlar temsil ediyordu. Sefirler âleminde herkes, duvarları ayna kaplı, döşeme tahtası cilalı salonlarda, kadife örtüleri sırma saçaklı oval masalar etrafında yaşıyordu. Orada etekleri yerlerde sürünen elbiseler, büyük büyük sırlar, tebessümler altında gizlenen heyecanlar, tasalar vardı. Sonra düşesler çevresi geliyordu: Orada benizler uçuktu; saat dörtten evvel uyanılmazdı; hepsi de birer biçare melek olan kadınların eteklikleri altından İngiliz dantelleri gözükürdü; hallerine bakılırsa sade hava ve heveslerine tabi sanılmakla beraber hepsinin de takdir edilmemiş bir kabiliyeti, meziyetleri bulunan erkekler her eğlencede atlarını çatlatır, yaz mevsimini gidip Baden'de geçirir, kırkına doğru uslanır, bir zengin kızı bulup evlenirlerdi. Gece yarısından sonra yemek yenen lokantaların özel odalarında, şamdanlar altında, yazarlarla aktristlerden oluşan alacalı bir kalabalık keyfeder dururdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Madame Bovary - Taşra Hayatı
Non-FictionYaşadığı sıkıcı ve sıradan taşra hayatından kurtulabilmek için sınırlarını umutsuzca zorlayan Madam Bovary'nin hikâyesi konu edinmiştir. Romantizmin idealist yaklaşımına bir tepki olarak ortaya çıkan roman, realizm akımının ilk ve en önemli örnekl...