Rodolphe'un bu endişeleri yavaş yavaş Emma'ya da geçti. Aşk onu başlangıçta sarhoş etmişti; aşktan ötesini düşünemez olmuştu. Fakat şimdi Rodolphe'un varlığı kendi hayatı için öylesine zorunluydu ki, onu kaybetmekten, hatta sadece Rodolphe'un keyfinin kaçmasından korkuyordu. Âşığının evinden dönerken, etrafına endişeli endişeli bakıyor, ufuktan geçen her şekli, kendisini görebilecek her çiftlik penceresini gözetliyordu. Adımlara, haykırmalara, sabanların gürültüsüne kulak veriyor, başının üstünde sallanan kavak yapraklarından daha solgun, daha titrek, durakalıyordu.
Yine bir gün böyle dönerken, birdenbire, bir karabinanın uzun namlusunun kendisine nişan aldığını sezer gibi oldu. Namlu, bir hendeğin kenarında, yarı yarıya otlara gömülmüş bir küçük fıçının üstünden çaprazlamasına yükseliyordu. Emma korkudan nerdeyse bayılacaktı; yine de ilerledi ve fıçının içinden, kutu şeytanı gibi bir adam ayağı kalkıverdi. Ayağında dize kadar düğmeli tozluklar vardı, kasketini gözleri üzerine indirmişti. Burnu kıpkırmızı, dudakları titriyordu. Bu, yabani ördek avlamak için pusuya yatmış, Yüzbaşı Binet'ydi.
— Daha uzaktayken seslenseydiniz ya, diyordu. İnsan bir tüfek gördü mü haber vermeli.
Tahsildar, bu sözlerle, az önce geçirdiği korkuyu gizlemeye çalışıyordu. Çünkü, vilayetin bir emriyle kayıktan başka bir yerde yabani ördek avlamak yasak edildiği için, Mösyö Binet, kanunlara karşı saygılı olmakla beraber, nizama aykırı hareket etmiş oluyordu. Bu yüzden her dakika kır bekçisi ile burun buruna geleceğini zannediyordu. Fakat bu korku, keyfini büsbütün artırıyor ve fıçısının içinde yapayalnız, kendi kendine, talihi ve kurnazlığıyla övünüyordu.
Emma'yı görünce, yüreğinin üstünden bir ağırlığın kalktığını hissederek, hemen lafa girişti.
— Hava hiç de sıcak değil, insana buz gibi batıyor!
Emma hiç cevap vermedi. O, devam etti:
— Siz de amma erken çıkmışsınız dışarıya?
Emma, kekeler gibi:
— Evet, diye cevap verdi; çocuğumun kaldığı sütninenin evinden geliyorum.
— Çok iyi, çok iyi! Bana gelince, işte gördüğünüz gibi tanyeri ağardığından beri buradayım. Hava öyle kötü ki, insanın vücudunda nah bu kadar tüyler olmayacak olursa...
Emma, arkasını dönerek, adamın sözünü kesti:
— İyi akşamlar, Mösyö Binet.
Adam, donuk bir sesle:
— Hürmetkârınızım Madam, dedi.
Tekrar fıçısının içine girdi.
Emma, tahsildarı böyle birdenbire bırakıp gittiğine pişman oldu. Kim bilir, aleyhinde ne kötü şeyler düşünecekti. Hele sütnine hikâyesi, mazeretlerin en kötüsüydü; Yonville'de herkes, küçük Bovary'nin bir yıldan beri, ana babasının evine dönmüş olduğunu biliyordu. Sonra, o civarda oturan da yoktu; bu yol yalnız Huchette'e çıkıyordu. Binet, herhalde nereden döndüğünü tahmin etmiş olmalıydı; hiç şüphe yok, susmayacaktı gevezelik edecekti! Akşama kadar, gözlerinin önünde hep o av çantalı budalanın hayali, akla gelebilecek türlü yalanlar tasarlayarak, kafa patlattı durdu.
Charles, gece, yemekten sonra, onu böyle düşünceli görünce, açılsın diye eczacılara götürmek istedi. Eczanede ilk gördüğü kimse de, yine tahsildar oldu. Tezgâhın önünde ayakta duruyor, yüzüne kırmızı kavanozun ışığı vuruyordu:
— Lütfen, bana yarım once kadar kezzap.
Eczacı:
— Justin, diye bağırdı; bize asit sülfiriği getir!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Madame Bovary - Taşra Hayatı
No FicciónYaşadığı sıkıcı ve sıradan taşra hayatından kurtulabilmek için sınırlarını umutsuzca zorlayan Madam Bovary'nin hikâyesi konu edinmiştir. Romantizmin idealist yaklaşımına bir tepki olarak ortaya çıkan roman, realizm akımının ilk ve en önemli örnekl...