VIII

6 2 0
                                    


Yürürken kendi kendine: "Ne diyeceğim? Neresinden başlayacağım?" diye düşünüyordu. Yolda ilerledikçe, fundalıkları, ağaçları, tepedeki kamışları, ta ötedeki şatoyu tanıyordu. Kendini yeniden ilk sevgisinin heyecanları içinde buluyor, büzülüp kalmış olan yürekceğizi bu duygularla şevkle genişliyordu. Yüzüne ılık bir rüzgâr esiyordu; kar, eriyerek tomurcuklardan damla damla otlara düşüyordu.

Eskiden olduğu gibi, parkın küçük kapısından içeri girdi, sonra sık yapraklı iki sıra ıhlamur ağacının çerçevelediği tören avlusuna vardı. Ihlamurlar ıslık çalarak üzerine dallarını sallıyorlardı. Kulübelerindeki köpekler hep bir ağızdan havlıyorlar, sesleri ortalığı çınlattığı halde kimse meydana çıkmıyordu.

Manastırlarda veya hanlarda olduğu gibi, sıra sıra birçok odanın açıldığı, tozlu iri taşlar döşeli bir koridora varan, tahta tırabzanlı, dikine ve geniş bir merdivenden çıktı. Solda, uçta, en dipteki oda onun odasıydı. Parmaklarını kilidin üstüne koyduğu anda, birdenbire kuvvetten kesildi. Orada bulunmamasından korkuyor, bunu adeta temenni ediyordu, ama yine de bu onun son ümidi, son kurtulma şansıydı. Bir dakika kendi kendini dinledi; içinde bulunduğu zaruret, cesaretini kuvvetlendirdi, içeriye daldı.

Rodolphe, iki ayağını şöminenin pervazına dayamış, ateşin karşısında pipo içiyordu.

— Ha! Siz misiniz! dedi.

— Evet, benim... Size akıl danışmaya geldim, Rodolphe.

Rodolphe, bütün gayretine rağmen, ağzını açıp da bir şeyler söylemiyordu.

— Hiç değişmemişsiniz, her zamanki gibi güzelsiniz.

Emma, acı acı:

— Ah, dedi; talihsiz bir güzellik bu, dostum, onu hor görmenizden belli.

Rodolphe o zaman, daha iyisini uyduramadığı için, belirsiz deyimlerle özür dileyerek, neden o şekilde hareket etmiş olduğunu izaha başladı.

Emma sözlerine, sözlerinden daha çok da sesine ve şahsının görünüşüne kapılıverdi; öyle ki, ayrılışlarına dair anlattığı bahaneye inanır gibi göründü, belki de gerçekten inandı. Güya bu, bir üçüncü şahsın şerefi ve hatta hayatıyla sıkı sıkıya bağlı bir sırdı.

Emma, kederli gözlerle ona bakarak:

— Ne ise, dedi; çok ıstırap çektim ben.

Rodolphe, filozofça bir eda ile cevap verdi:

— Hayat böyledir işte.

— Bari ayrıldığımız günden beri sizinki iyi geçti mi?

— Ne iyi... ne de kötü.

— Hiç ayrılmasaydık belki daha iyi olurdu.

— Evet... belki!

Rodolphe'a yaklaşarak:

— Emin misin?

İçini çekti:

— Ah Rodolphe! Bilseydin!.. Seni çok sevmiştim!

İşte o anda elini yakaladı, tıpkı ziraat şenliğinde olduğu gibi, parmakları birbirine dolanmış, bir süre öylece kaldılar. Rodolphe bunu bir gurur meselesi yaparak, içlenmemek için kıvranıp duruyordu. Fakat Emma, onun göğsüne yaslandı ve:

— Sensiz yaşamamı nasıl isterdin? dedi. İnsan saadete alıştı mı vazgeçemiyor! Ben mahvolmuştum! Öleceğimi sandım! Bütün bunları anlatırım sana, görürsün. Oysa sen, benden kaçtın!

Çünkü Rodolphe, o erkeklere özgü korkaklıkla, üç yıldır, Emma ile karşılaşmamak için elinden geleni yapmıştı. Emma, sevdalı bir kediden daha sokulgan, cana yakın baş hareketleriyle devam ediyordu:

Madame Bovary - Taşra HayatıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin