Perşembe günüydü. Emma yataktan kalkıyor, sessizce giyiniyordu. Neden bu kadar erken hazırlandığını diline dolamaması için Charles'ı uyandırmaktan çekiniyordu. Sonra, bir aşağı, bir yukarı dolaşıyor, pencerenin önüne geliyor, meydana bakıyordu. Sabahın ilk aydınlığı pazaryerinin sütunları arasında geziniyor, eczacının panjurları kapalı evindeki tabelanın büyük harfleri, şafağın solgun rengi içinde seçilmeye başlıyordu.
Saat yediyi çeyrek geçe olunca Emma, Altın Aslan'a gidiyor, Artémise esneyerek ona kapıyı açıyordu. Hizmetçi kadın, Madam üşümesin diye külleri eşeleyip korları meydana çıkarıyordu. Emma mutfakta yalnız kalıyordu. Arada sırada dışarı çıkıyordu. Hivert, acele etmeksizin, atları arabaya koşuyor, aynı zamanda, pamuklu gecelik takkesiyle başını bir delikten uzatan Lefrançois Anne'nin verdiği siparişleri ve bir başkasının zihnini mutlaka allak bullak edecek olan izahatlarını dinliyordu. Emma potinlerinin tabanıyla avlunun kaldırım taşlarını dövüyordu.
Hivert, nihayet çorbasını içtikten, gocuğunu giydikten, piposunu yakıp kamçısını eline aldıktan sonra, arabanın sürücü yerine rahatça yerleşiyordu.
Kırlangıç, hafif tırısla yola çıkıyor, üç çeyrek fersah boyunca yer yer durarak, yol kenarında, avluların çitleri önünde, arabanın gelişini ayakta gözetleyen yolcuları alıyordu. Geleceklerini bir gün önceden haber vermiş olanlar, arabayı bekletiyorlardı. Hatta bazıları o sırada henüz yatakta oluyor, Hivert bağırıyor, çağırıyor, küfrediyor, sonra yerinden iniyor, gidip kapıları yumrukluyordu.
Ama yine de arabanın dört kanepesi yolcu ile doluyordu. Araba yürüyor, elma ağaçları bir dizi halinde birbirini
takip ediyor; yol, sarı bir su ile dolu iki uzun hendeğin arasında, ufka doğru daralarak uzanıp gidiyordu.
Emma yolu baştan başa ezbere biliyordu; bir otlaktan sonra bir direk, sonra bir karağaç, bir ambar veya yol amelesi kulübesi geleceğini önceden kestiriyordu. Bazen, kendi kendini şaşırtmak için gözlerini kapadığı oluyor, fakat daha ne kadar mesafe kaldığını kestirme hassasını asla kaybetmiyordu.
Nihayet, tuğladan evler sıklaşıyor, zemin, tekerleklerin altında tınlıyordu. Kırlangıç bahçeler arasından kayıyordu. Aralıklardan heykeller, yüksek bir kameriye, budanmış porsuk fidanları, bir salıncak görülüyordu. Sonra, birdenbire şehir meydana çıkıyordu.
Basamak basamak alçalan sise gömülmüş şehir, köprülerin ötesinde belli belirsiz genişliyordu. Sonra kır, yeknesak bir yayılışla, uzakta, solgun gökyüzünün kararsız alt çizgisine dokunacak kadar yükseliyordu. Böyle yukardan görülünce, peyzajın baştan başa resim gibi hareketsiz bir hali vardı; demir atmış gemiler bir köşede birbiri üzerine yığılıyordu; nehir, yeşil tepelerin eteğinde, eğriliğini daha da yuvarlaklaştırıyordu; adalar, uzun uzun, su üstünde durakalmış siyah balıklara benziyordu.
Fabrikaların bacaları, birer ucu uçup giden koyu renkte muazzam duman bulutları savuruyordu. Dökümhanelerin uğultusuyla birlikte, sis altından yükselen kiliselerin berrak çan sesleri duyuluyordu. Bulvarların yaprağı dökülmüş ağaçları, evlerin arasında mor çalılıklara benziyor, yağmurdan ıslanmış çatılar, mahallelerin yüksekliğine göre, değişik değişik parlıyordu. Bazen rüzgâr çıkıyor, bulutları, tıpkı falezlere sessizce çarpıp kırılan havai dalgalar gibi, Saint-Catherine tepesine götürüyordu.
Bu tortop olmuş varlıklar Emma'ya baş dönmesi veriyor, orada nabızları atan yüz yirmi bin insan, sanki hep beraber ona, kendilerinde hayal ettiği ihtirasların buharını püskürtüyormuş gibi, kalbi kabardıkça kabarıyordu. Aşkı bu genişlik karşısında büyüyor, kendisine kadar yükselen o belirsiz uğultulu gürültüyle doluyordu. O, bu gürültüyü meydanlarda, gezinti yerlerinde, sokaklarda tekrar dışarıya boşaltıyor ve eski Normandiya beldesi, gözleri önüne uçsuz bucaksız bir başkent gibi, ayak bastığı bir Babil gibi seriliyordu. Meltemi içine çekerek, iki eliyle tutunduğu pencereden sarkıyordu. Arabanın üç beygiri dörtnala gidiyordu. Taşlar çamurun altında gıcırdıyor, yolcu arabası sallanıyor, Hivert yoldaki yük arabalarına uzaktan sesleniyor, geceyi Bois-Guillaume'da geçirmiş olan şehirliler ise, küçük aile arabalarında bayır aşağı telaşsızca iniyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Madame Bovary - Taşra Hayatı
Non-FictionYaşadığı sıkıcı ve sıradan taşra hayatından kurtulabilmek için sınırlarını umutsuzca zorlayan Madam Bovary'nin hikâyesi konu edinmiştir. Romantizmin idealist yaklaşımına bir tepki olarak ortaya çıkan roman, realizm akımının ilk ve en önemli örnekl...