İlk soğuklar basar basmaz Emma odasını bırakıp salona yerleşti; burası alçak tavanlı, uzunlamasına bir yerdi; şöminenin üzerinde de, aynaya dayalı, dal dal bir ahtapot yuvası duruyordu. Emma pencerenin yanındaki koltuğa oturur, köy halkının kaldırımdan geçmesini seyrederdi.
Léon, günde iki defa, yazıhaneden Altın Aslan oteline giderdi; Emma ta uzaktan onun geldiğini işitir, dinleyerek eğilirdi; delikanlı da, arkasında hep bir biçim elbise, başını çevirmeden perdenin arkasından süzülür geçerdi. Fakat ortalık karardıktan sonra, çenesi sol avcunun içinde, başladığı kanaviçe işi dizlerinin üstünde etrafa bakan Emma, birdenbire süzülen o gölge belirince bazen ürperir ve hemen kalkıp sofranın kurulmasını emrederdi.
Mösyö Homais akşam yemeği yendiği sırada gelirdi. Kadife takkesi elinde, kimseyi rahatsız etmemek için sessiz adımlarla girer ve daima: "Herkese akşamlar hayır olsun!" diye selam verirdi. Sonra masa başına, karı ile koca arasındaki yerine oturur, hekime hastalarının halini sorar, Charles da ne kadar tedavi ücreti alınması gerektiğini ondan öğrenmeye çalışırdı. Sonra "gazetede olanların" sözü açılırdı. Homais, günün o saatinde, gazeteyi hemen ezbere bilir, gerek Fransa'da, gerek hariçte cereyan etmiş ferdi felaket hadiselerini, yazı sahibinin düşüncelerini de unutmadan, birer birer anlatırdı. Fakat bu konu da kuruyuverince eczacı, sofrada gördüğü yemekler hakkında fikir beyan etmeye başlardı. Hatta bazen yerinden yarı doğrulup hanıma nezaketle en yumuşak, en iyi parçayı işaret eder veyahut hizmetçiye dönüp salçalı yemeklerin nasıl pişeceği ve baharatın ne miktarda sağlığa dokunmayacağı hakkında salıklar verirdi; yemeklerin kokusundan, etin özünden, usareden, jelatinden bir bahsedişi vardı ki göz kamaştırırdı. Zaten kafasının içi ilaç ve yemek tarifeleri ile kavanoz dolu dükkânından kalabalık olan Homais, türlü reçeller, sirkeler, tatlı likörleri kaynatmakta ustaydı; en yeni icat olunmuş, az kömür sarf eden maltızları bildiği gibi, peynirleri muhafaza etmek, bozulmaya yüz tutan şaraplara bakmak sanatlarını da bilirdi.
Saat sekizde Justin gelir, eczaneyi kapamak için efendisini çağırır; o zaman Mösyö Homais, hele Félicité de odada ise, ona alaylı alaylı bakardı; çırağının hekimin evine gelmekten pek hoşlandığını sezmişti.
— Bizim oğlanın aklından bir şeyler geçiyor, derdi; günahına girmeyelim ama, bana öyle geliyor ki sizin hizmetçiye abayı yakmış!..
Fakat şikâyetle anlattığına göre, Justin'in daha büyük bir kusuru vardı; daima konuşulanları dinlerdi. Mesela pazar akşamları Madam Homais, koltuklarda uyuyup pek bol basma yüzlerini sırtlarıyla sürte sürte indiren çocukları alıp götürsün diye Justin'i bir kere salona çağırdı mı, onu bir daha dışarı çıkarmak kabil olmazdı.
Zaten eczacının evindeki pazar akşamı toplantılarına çok gelen de olmazdı; adam çekiştirmesi ve siyasi kanaatleri, saygıdeğer birkaç kişinin oradan ayaklarını kesmesine sebep olmuştu. Ama noter kâtibi o toplantıları hiç kaçırmazdı. Kapı çalınır çalınmaz hemen Madam Bovary'yi karşılamaya koşar, atkısını alır, kadının karlı havalarda ayakkabıları üzerine giydiği iri çuha terlikleri eczanenin masası altında bir kenara yerleştirirdi.
Önce birkaç parti otuz bir oynanır, sonra Mösyö Homais Emma ile écarté'ye başlardı; Léon kadının arkasına geçer, ona oyun öğretirdi. Ayakta durur, ellerini iskemlenin arkalığına dayar, kadının topuzuna taktığı tarağın dişlerine bakardı. Emma iskambili atmak için her kımıldanışında fistanının sağ tarafı kalkardı. Yukarıya doğru toplanmış saçlarından sırtına doğru inen esmerlik gitgide açılır ve yavaş yavaş gölgede kaybolurdu. Sonra elbisesi, kabarık bir halde iskemlenin iki yanına düşer, kıvrımlar teşkil eder, yere kadar yayılırdı. Bazen Léon çizmesinin ona değdiğini hisseder ve birine basmış gibi hemen çekilirdi.
Kâğıt oyunu bitince eczacı ile hekim dominoya oturur, Emma da yerini değiştirip, dirsekleri masaya dayanmış, Illustration'u karıştırmaya başlardı. Kendisi de moda gazetesini getirmiş bulunurdu. Léon'un yanına oturur, beraber resimlere bakarlar ve biri sayfayı bitirince ötekinin de bitirmesini beklerdi. Bazen Emma ondan şiir okumasını rica ederdi; Léon baygın, monoton bir sesle okur, âşıkane parçalarda büsbütün baygın, can çekişir gibi bir eda takınırdı. Fakat domino gürültüsünden rahatsız olurdu; Mösyö Homais o oyunda çok ustaydı, Charles'a ilklik verir, yine de yenerdi; üç oyundan sonra ikisi de ocak başına uzanırlar ve arası çok geçmez, uykuya dalarlardı. Ateş sönüp kül olur, çaydanlık boşalır, Léon hâlâ okurdu; Emma onu dinler, bir yandan da lambanın, üzerine arabalara binmiş pierrot'lar, ellerinde terazileri ile ip cambazları resmedilmiş tül abajurunu eli ile çevirir dururdu. Léon, susup, uyumuş dinleyicilerini işaret ederdi; o zaman yavaş yavaş konuşmaya başlarlar ve söyledikleri, başka kimse duymadığı için, kendilerine daha tatlı gelirdi.
Böylece aralarında bir çeşit birlik, sürekli bir kitap ve şarkı notası alışverişi başladı. Mösyö Bovary kıskançlık nedir pek bilmediği için, buna hiç aldırış etmiyordu.
Charles'a isim günü, hediye olarak, frenoloji bilimine göre yapılıp, ta göğüse kadar işaretli, mavi boyalı güzel bir kafa geldi. Bunu noter kâtibi göndermişti. Zaten onun hekime sevgi ve saygısının daha başka belirtileri de vardı, Rouen'da bir işi olunca gidip onu da yapardı; o zamanlarda bir romancının kitabı "yağlı bitkiler" merakını moda haline soktuğundan, Léon da hanıma verilmek üzere alıp Kırlangıç'ta kucağında getirmiş, onların sert tüylerine dokunup parmaklarını kanatmıştı.
Emma saksılarını koymak için pencerenin önüne parmaklıklı bir tahta taktırdı. Noter kâtibi de kendine böyle bir "asılı bahçe" edindi; her sabah pencereden birbirlerinin çiçekle uğraşmasına bakarlardı.
Ama köyün pencereleri içinde bir tanesi vardı, onun, Emma'nınki kadar boş kaldığı olmazdı: pazar günleri sabahtan akşama kadar, hava açık olduğu zaman her gün öğleden sonra, tavan arasının penceresi önünde Mösyö Binet'nin, gürültüsü ta Altın Aslan otelinden işitilen tornası başında çalıştığı görülürdü.
Bir akşam Léon eve dönünce, odasında, koyu zemin üzerine açık yaprak işlemeli yarı kadife, yarı yün bir masa örtüsü buldu. Hemen Madam Homasi'yi, Mösyö Homais'yi, Justin'i, çocukları, ahçı kadını çağırdı; ondan notere de bahsetti, herkes o örtüyü görmek istedi; hekimin karısı kâtibe ne diye böyle hediyeler veriyor, böyle cömertlik gösteriyordu? Bu herkesin tuhafına gitti ve nihayet: "Herhalde sevgilisidir de ondan!" dediler.
Léon'un sözleri de bu zannı kuvvetlendiriyordu: boyuna onun letafetinden, zekâsından bahsediyordu; o kadar ki, bir gün Binet sert sert:
— Bana ne? dedi. Ben onun evine gidip gelenlerden değilim ki!..
Ona "aşkını ilan" için ne yapacağını düşünüp içi içini yerdi; bir taraftan onun fenasına gitmekten çekinir, bir taraftan bu kadar korkak olduğu için kendi kendinden utanır, bu iki his arasında kararsız, istek ve üzüntü ile kıvranır dururdu. Sonra gayrete gelip kararını verir, hemen bir mektup yazardı; fakat bunu yırtar, başka bir güne bırakır, o gün gelince de süreyi yine uzatırdı. Bazen her şeyi göze almayı tasarlayarak yola çıktığı olurdu; fakat Emma ile karşılaşınca vazgeçerdi; o sırada Charles eve döner, Léon'a, arabaya binip kendisiyle beraber civardaki bir hastaneye kadar gitmeyi teklif ederdi. Léon hemen razı olup hanımı selamlar, Charles'ın peşi sıra giderdi. Emma'nın kocası da Emma'nın bir parçası demek değil miydi?..
Emma'ya gelince o, Léon'u sevip sevmediğini hiç düşünmedi. Onun sandığına göre aşk, şimşek parıltıları ve gök gürültüleri ile kendini birdenbire gösterir, göklerden düşüp hayatı altüst eden, iradelerimizi birer yaprak gibi söken, bütün kalbi uçuruma sürükleyen bir kasırgaya benzerdi. Bilmiyordu ki, evlerin taraçalarında oluklar tıkalı ise, hafif yağmurdan da göller hasıl olur... Böylece kalbi huzur içinde yaşayıp gidecekti ama, bir gün, duvarda bir çatlak olduğunu seziverdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Madame Bovary - Taşra Hayatı
No FicciónYaşadığı sıkıcı ve sıradan taşra hayatından kurtulabilmek için sınırlarını umutsuzca zorlayan Madam Bovary'nin hikâyesi konu edinmiştir. Romantizmin idealist yaklaşımına bir tepki olarak ortaya çıkan roman, realizm akımının ilk ve en önemli örnekl...