Genç kızın kayıt ile ilgili geri kalan işlerini halletmesi gerektiğinden odadan ayrılmıştı, rahatsız edici bir sessizlik cama bakmasını sürdürmesine sebep olmuştu. Önüne dönüp rahat bir pozisyona geçip oturmuş, ve masada duran kalemi alıp oynamaya başlamıştı. Gözlerini kapının yanında diğer çalışanları görebileceği cama doğrultmuştu, ellerinde belgeler ve projelerle ofisten ofise geçen çalışanlara göz gezdiriyordu. Roseanne'yi görmeyi umuyordu, haysiyetiyle dikkatle bakıyordu. Kafası dönük bir şekilde birisi ile konuşan sarı saçlı birinin ofisine doğru ilerlediğini fark etti. Yüzü pek belli olmuyordu ancak vücut hatlarından Roseanne'nin geldiğini düşünerek dikleşti, elindeki kalemi bırakıp masada duran kitabı kavradı. Herhangi bir sayfa açıp okuyormuşçasına bir ifade takındı.
Kapının hafifçe tıklatılıp açılması ile birlikte elinde tahminen 5-6 kağıtla içeri girmişti.
"Rahatsızlık veriyorsam özür dilerim bay Park, bu kağıtları size iletmemi istediler."
Kağıtları önüne nazikçe koyup ellerini önünde birleştirmişti, kağıtlara doğru kafasını çevirip göz gezdirdi ve Roseanne'ye baktı.
"İçeriye girmenden rahatsızlık duymuyorum, hatta biliyor musun? Sadece iş için gelmene bile gerek yok."
Bu rahat tavrı genç kızın aklındaki kelimeleri karıştırmaya yetmişti. Söyleyeceklerini hatırlayıp kekeleyerek konuşmaya başladı."T-tabi, siz isterseniz."
Genç adam her zamanki sıcak gülümsemesini sunmuştu. Gözlerini kısmış, dudaklarını birbirine hafifçe bastırmıştı. Çenesinin altında doğrulttuğu elini çıkarıp işaret parmağı ile önündeki koltuğu göstermişti. "Otursana." Genç kız yavaşça gösterdiği yere oturup ellerini bacaklarında birleştirmişti. Söyleyeceklerine devam edip soru sorarcasına bakındı.
"Bir şey ister misin? Hemen getirteyim."
Kafasını iki yana sallamıştı ve naif sesi ile kibarca reddetmişti.
"Çok teşekkür ederim bay Park, ama istemiyorum sanırım."Kendisi böyle şeyleri reddetmezdi, açgözlü değildi sadece reddetmeyi sevmezdi. Şu an utancından olsa gerek, başka kimsenin yanında böyle hissetmiyordu.
"Soda? Belki de yeşil çay? Su da olabilir. Soju biraz ağır gelebilir şu anlık. Hadi ama ısrar ediyorum."
Hafifçe kıkırdayıp kafasını öne eğmişti.
"Pekâlâ, sadece su istiyorum."İsteğinden sonra şirket telefonunu alıp, '54. Katta 1. Ofise iki su lütfen.' Diye söyleyip telefonu bıraktı, ellerini birbirine kenetledi. Gelene kadar bunu fırsat bilip oyalanmak için birkaç soru sordu.
"Ee Roseanne, bana biraz hayatından bahset. Kardeşin var mı ya da, üvey abin falan?"
Genç kız etrafına bakınıp söze başladı.
"Aslında bir ablam var, kendisi şu an Teksas'ta bir üniversitede okuyor."Anlamışçasına kafasını salladı, kapının açılması ve suların masaya bırakılması ile söze devam etti. O sırada genç kız cam bardağı nazikçe alıp dudağının ucu ile içiyordu.
"Şu an kiminle yaşıyorsun peki?"
"Çok yakın bir arkadaşımla, ailem Güney Kore'de değiller."
Anladığını belirtip mırıldandı ve kısa bir süre sessizlik oluşmuştu. Bakışlarını, bitirip masaya tekrar koyduğu suya dikti ve ardından etrafına bakındı.
Kalkarken eteğini düzeltti ve bedenini öne eğip izin istedi.
"Ben artık kalkayım, teşekkür ederim bay Park."
Odayı terk etmesi ile arkasından bakakalmıştı. Bay Park diye seslenmese iyi olurdu aslında diye düşünüyordu. Tuhaf ama, ilk defa bir kıza karşı bu kadar takıldığını hissetmişti.—
Ofisten eşyalarını ve bir iki kağıt parçasını toparlayıp el çantasına koymuştu. Cama doğru kafasını çevirip çantasına kağıtları dizerken kararan havaya ve geçen arabalara bakıyordu. Akşamları bir başka güzel oluyor. Şehrin ve binaların yanan ışıklarının yüksekten manzarası farklı bir nostalji veriyor. Evin manzarası ve iş yerinin manzaraları pahabiçilemez.
Ofisten çıkıp kapıyı kilitledikten sonra çıkışa doğru ilerledi, yüzüne çarpan soğuk hava ile evin yolunu tuttu. En sevmediği vakit buydu, iş yerinden eve gidiyor ve sevgilisinin dırdırını çekmek zorunda kalıyordu.
Sitenin içine girdiğinde asansöre ayak bastı, en üst katın tuşuna basıp arkaya yaslandı. Asansörün açılması ile birlikte kapının önüne geçti, anahtarlığı çıkardı ve kapıyı tıklatmadan kilidi açıp içeri sessizce adımını attı.
Işıkların açık olmaması Eun-Mi'nin uyuyor olduğunu düşündürmüştü. Kapıyı kapatıp anahtarlığı girişteki komodin'e bırakarak paltosunu çıkarıp biraz daha ilerledikten sonra elinde tuttuğu paltoyu koltuğa fırlatmıştı.
Yavaş adımlarla merdivenlerden çıkıyordu, yatak odasının ışığı kapının aralığından yansıyordu. Beklemeden ani bir şekilde kapıyı açtı ve içeri girdi. Eun-Mi'nin kısık ve itici çığlığı Jimin'in yüzünü buruşturmasına yetmişti.
Genç kız tırnağını doğrulttuğu elini göğsüne götürmüş ve aegyo yapıp dudağını büzmüştü.
"Öyle aniden girme Jimin-ah! Korkuttun."Gözlerini kırpıştırıp Eun-Mi'nin üstüne bakınmıştı.
"Bu saatte ne yapıyorsun sen?"Elindeki törpüyü kenara bırakıp genç adam'ın boynunu kavramış ve boynundaki köprücük kemiklerine bakarak konuşuyordu.
"Kredi kartın ile gecelik aldım, sevdin mi? Ayrıca bakım her kız için önemli neden yaptığım şey sana tuhaf geliyor?"Üstüne tekrar aynı surat ifadesi ile bakınıp konuşmaya başladı.
"Kredi kartım ile alışveriş yap demedim sana. Üstündeki şey...Tanrı'm bunu alırken ne düşünüyordun Eun-Mi?""Hiçbir şey, beğendim. Sende beğendin işte itiraf et."
Donuk bir surat ifadesi ile ellerini boynundan çekmiş kravatını gevşetmişti.
"Hm Hm, bayıldım."Yorgunca ışığı kapatıp yatağa uzanması ile birlikte Eun-Mi geceliğinin altını daha çok çekip Jimin'in yanına uzanmıştı. Tekrardan boynunu kavrayıp kafasını göğsüne yaslamıştı.
"Çok güzel kokuyorsun Jimin-ah."Kendisine defalarca demesine rağmen ona böyle seslenmesini takmıyordu artık, sürekli aynı şeyi söylemek istemiyordu.
Bu bölüm diğerlerine kıyasla daha uzun oldu, ama okuyun okumak iyidir. 🤰
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the perfect girl : jr
Fanfiction[.] 'I think I've fallen under your spell.' [03.08.2022] [?]