bana karşı hiçbir şey hissetmemelisin.
taehyun'ın bana bu sözleri söylemesinin üzerinden iki gün geçmişti. o gün, ona dünya üzerindeki son adam kendisi de olsa bunun gerçekleşmeyeceğini söylemiş olsam dahi bu beni tatmin etmemişti. durmadan aklıma geliyor, bu kuralı neden koyduğuna dair saçmasapan senaryolar kuruyordum kafamda. beni bu kadar kolay biri sanması mıydı canımı sıkan veya kuralları çiğnemeyi seviyor olmam mı, bilmiyorum. artık ne düşündüğümü dahi bilmiyordum çünkü kendimi tanıyamıyordum.
geçen iki günün ardından, kasabada dağıtılan bir afiş ulaşmıştı elime. bahar festivali yazıyordu ve sergilenecek gösterilerden bahsediyordu. biraz incelediğimde, sahneye çıkacak olan isimlerin arasında kang taehyun'ı görmek, festival günü evden çıkıp soobin ile oraya gitmeme sebep olmuştu. elbette onu izlemeye gitmek en doğal hakkımdı, olmalıydı. kang taehyun'ın çiğnemekten aşırı hoşlanabileceğim kuralları arasında böyle bir şey yoktu sonuçta.
soobin ile beraber festivalin gerçekleşeceği alana yetiştiğimizde neredeyse bütün kasabanın burada olduğunu görmem ile beraber derin bir nefes almıştım. etrafı sokak lambaları aydınlatıyor, ağaçların arasında olduğumuz için serin bir esinti hissediyordum. seyirci alanında içki masaları vardı, kimisi etrafında toplanmış şimdiden kafayı bulmaya başlamışken bir diğer yarısı köşeye çekilmiş gösterilerin başlamasını bekliyordu. ben ise, üzerimdeki gri ceketin fermuarını çekerken karşımdaki siyah perdeye bakmıştım. onun ardında kimin olduğunu biliyor olmak ve bunun benim kalbimi çarptırması, bütün bunların hepsi, kurallarımızdan özellikle birini çiğneyeceğim diye ödümü koparıyordu. üstelik bu düşünceden ne kadar kaçabilirdim artık onu da bilmiyordum.
"baksana soobin, ben sahne arkasına gidiyorum."
ceketmin kapüşonunu kafama geçirirken soobin'i suratındaki şaşkın ifade ile bana henüz cevap verme fırsatı doğmadan orada bırakmıştım. adımlarım sahnenin arkasına yönelirken sol göğsümün titrediğini biliyordum, yine aynı döngüye giriyordum. onu görecek olmanın beni heyecanlandırması aptalcaydı. bu yüzden bunun kang taehyun'ı kızdıracak olmamdan ve bundan keyif almamdan kaynaklandığı yalanına inandırdım kendimi, böyle düşündüm. kendimi bir defa daha böyle düşünmeye zorladım ve merdivenlerden çıkıp kapı koluna uzandım. titrek parmaklarımla yavaşça açarken kapıyı, başımı eğip içeriye baktım.
kang taehyun. siyah, parlak taşlı bir ceket vardı üzerinde. siyah saçlarını tamamen geriye jölelemiş, ufak bir kısmı alnına düşüyordu. irislerim küpelerinde ve parmaklarındaki yüzüklerde dolanırken bakışlarımı yakaladı, bana doğru dönerken dudakları aralandı ve yerinde doğruldu. gerçekten nefes kesici görünüyordu.
"ne işin var burada?"
ellerim ceplerimde yavaş adımlarla içeri girip kapıyı kapattım ve hafifçe gülümserken, "şans dilemeye gelmiştim." dedim. yanına doğru adımladığım zaman yüzündeki şaşkın ifade yavaşça soldu ve yerini belirsizlik kaplarken tekrar uğraştığı mikrofona eğildi. "gerçekten, ne istiyorsun beomgyu?"
"bu soruyu soruyor musun cidden?" diye sordum. aramızda bir metrelik mesafe kalana kadar yürüdüm, daha sonrasında kapüşonumu indirdim ve arkamdaki duvara yaslanıp kollarımı birbirine bağladım. "yanına gelmemin sebebi bariz değil mi?" taehyun duraksadı, başını kaldırırken irislerini üzerime dikti. bakışlarımızın kesişmesi gülümsememin büyümesine sebep olurken, taehyun derin bir nefes aldı, dilinin dudaklarının üzerinde turlayışını ve bana doğru dönüşünü seyrettim.
"yani?" dedi. bana doğru birkaç adım attığında, yaslandığım duvara girmek istedim. birbirine bağladığım kollarım gevşeyip iki yanıma düşerken taehyun'ın parmakları aramızdaki mesafenin azalmasıyla çeneme ulaştı. "burada yapmak istediğini mi söylüyorsun bana? bu perdenin ardında bütün bir kasaba duruyorken hemde?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
burning desire ༊ taegyu
Fiksi Penggemaraklımdaki soruların hepsinin cevabını beni nefretiyle boğan bir çift dudakta arıyordum. → enemies to lovers. → smut.