Bir insan kaç defa aşk şarabını yudumlar? Kaç defa zehirlenir bu şarap yüzünden? Ne kadar kör olur gözleri?
Aşk insanı alev alev yakan kor bir ateş gibidir. Ama sadece olan kişiyi yakar. Sadece onu kavurur. Belki de kül eder.
Bu yangın ne kadar sürer derseniz, oldukça uzun bir süre yakar insanı. Öyle kolay kolay geçmez izleri. Kolay kolay kaybolmaz. İnsanın kalbinde derin bir yara açar ve bu yara sürekli hatırlatır kişiye çektiği acıları.
Yaklaşık bir aydır kayıptı. Ne bir haber alabiliyorduk, ne de nerede olduğunu biliyorduk. Ölüp ölmediğinden bile haberimiz yoktu. Görevlerinden biri için yanımdan ne zaman ayrılsa, en azından bir mesaj çekerdi. Şimdi ise ne telefonuna ulaşılıyordu, ne de attığım mesajlar iletiliyordu.
Ölmüş olma ihtimali bende derinden bir yara açıyordu. Kafamı toparlayıp, hastaneye gidemiyordum bile. Her şey bulanıktı. Aynı zamanda da karışık. İlk defa ne yapacağımı bilmediğim bir durumla karşılaşıyordum. Açıkçası buna oldukça canım sıkılıyordu.
Elimdeki boş kahve fincanını tezgâhın üzerine koyup buzdolabını açtım. Birkaç gündür sadece kahveyle kandırıyordum kendimi. Uyku da uyuyamıyordum zaten. Olur da ararsa cevap verememekten, elimdeki fırsatı kaçırmaktan korkuyordum.
Yıllar sonra bulmuştum, nasıl kaybetmeyi göze alırdım?
Midemde tarifsiz bir sızı vardı. Kalbimde ise bir ağrı. Ne zamandan beri bu kadar korkmuştum birini kaybetmekten? Ne zamandan beri bu kadar savunmasız kalmıştım bilmiyordum. Tek istediğim en kısa zamanda Yoongi'den bir arama almaktı. En azından sesini bir kez dahi olsun duymayı, her şeyden çok istiyordum.
Ağrısı bir an olsun dinmemiş başımı ovaladım. Dinmesi için uğraşmıyordum oysaki. Çabaladığım bir şey de yoktu zaten. Sadece kahve içiyor, Yoongi'nin sesini duyabilmek için zaman kolluyor ve belki ona ulaşabilirim diye her gün aralıksız telefonunu arıyordum. Cevap ise 1 aydır hiç değişmiyordu. Yoongi kayıptı ve bulunması için hiçbir ekip gönderilmemişti. Üstelik şubenin Yoongi hakkında hep bu kadar sessiz davranması beni açıkça sinir ediyordu.
Ben de tüm umudumu yavaş yavaş yitiriyordum.
Birden çalan telefonun yüksek sesiyle irkildim. Başım ağrıdan dolayı yankı yapıyordu. Bu sebeple de artan baş ağrım iki katına çıkıyor, beni daha fazla rahatsız ediyordu. Güçlükle de olsa, telefonu kulağıma götürdüm.
"Alo?"
Güçsüz sesim titreyerek çıktığında , ağlamamak için zor durduğumu anladım. Gözlerim çoktan dolmuştu ve bunun farkına bile varmamıştım.
"Selyn? Nasılsın diye aramıştım ancak bunu sormam bile saçma öyle değil mi? Neyin var güzelim? Ağlıyor musun sen?"
Jiu'ydu arayan. Endişeli geliyordu sesi. Her zamankinden daha çok anlaşılıyordu bu. Onu çok endişelendirdiğimin farkındaydım ve bundan nefret ediyordum ancak, elimden hiçbir şey gelmiyordu. O gücü asla bulamayacaktım.
"Jiu ben..."
"Dur, kendini zorlamana gerek yok. Birkaç dakikaya seninle olacağım." dedi. "Lütfen ben gelene kadar dikkatli ol olur mu?"
Onaylamama bile gerek kalmadan telefonu kapatmıştı. Telefonun ekranını kapatıp, küçük masanın üzerinde koydum. Gözyaşlarımı tutmaya çalışıyordum. Belki de kendimi sıkıyordum ama, yine asla ama asla bir etkisini göremiyordum. Akıyorlardı işte. Akmalarına bile bile göz yumuyordum.
Çok geçmeden çalan kapı zili beni tüm düşüncelerimden arındırırken, ağır ağır ayağa kalktım. Sendeleyerek kapının önüne kadar gittiğimde derin bir nefes alarak açtım kapıyı. Jiu elinde birkaç poşetle girdi içeri. Ardından poşetleri bir kenara koydu ve gözleri gözlerime değdi. Ne kadar endişe duyduğu bakışlarından belliydi. İçten içe kendini suçladığını da biliyordum. Kollarını bana sardı sıkıca ve o kucaklaşma benim patlama noktam oldu. Gözyaşlarım, artık durmak bilmeksizin akıyordu ve buna karşı gösterilecek bir dirayetim de kalmamıştı.
Jiu koluma girerek koltuğa oturttu beni. Ardından yanıma oturdu ve başımı kendi omzuna yasladı. Ben ağlarken saçlarımı okşuyordu.
"Kendine bu kadar kötü davranmandan nefret ediyorum."
Keşke elimde olsaydı ancak Jiu'ya hak veriyordum. Böyle yaparak tek cezalandırdığım kendimdi.
"Benden ne yapmamı bekliyorsun? Kocam yaklaşık 1 aydır kayıp ve gülmeli miyim?" dedim. "Bunca zamandır kayıp olmasına rağmen kimse onu bulmak için görevlendirilmedi. Göreve çıktığı herkes geri döndü ancak ondan hâlâ bir haber yok. Yaşıyor mu bilmiyorum bile."
Derin bir nefes aldı Jiu. Ne söylemesi gerektiğini aklında iyice tarttı. Söylediklerim kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Benim için üzüldüğünü biliyordum ancak bir anda iyileşmemi bekleyemezdi öyle değil mi?
"Haklısın. Benim de elim kolum bağlandı. Seni böyle görmeyi sevmiyorum güzelim." dedi. Saçlarımı okşamaya devam ediyordu.
"Sana gülüp eğlenmeni ya da hiçbir şey olmamış gibi davranmanı söylemiyorum. Kendini bu kadar yıpratma sadece. Gözümün önünde eriyorsun ve ben buna göz yummak istemiyorum."
Kelimeler boğazıma dizildi sanki. Ne konuşabiliyor ne sesimi çıkarabiliyordum. Gözlerimden uyku akıyordu ama uyuyamıyordum.
Jiu'nun yumuşak sesi beni rahatlatırken yüzme küçük bir tebessüm yayıldı. Bilerek yaptığım bir şey değildi. Yanımda olmasına seviniyordum. Hiç gitmeyeceğini biliyordum da. Ancak yine de kafamın içinde dönüp duran düşüncelerin hiçbirini kafamdan silip atamıyordum işte.
Jiu'nun söylediği diğer nasihatleri dinleyemeden, nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde uykuya daldım. Hiç değilse rüyama girsin diye umut ederek daldığım bu uykunun, beni Yoongi'nin yanına götürmesini, belki de ona sürüklemesini umarak..
...
Selamlar efendim! Geç kaldı biliyorum. Ancak o kadar zamandır yazıp yazıp siliyorum ki size anlatamam. Nasıl sonlandıracağımı bilemediğimi, bölümün saçma bitişinden anlayabilirsiniz. Kelime sayımız 700 kelimeyi geçti. Açıkçası bu kadar olacağını bile düşünmeden kelimeleri sıraladım kendimce. Bir şeye benzedi mi, ona da siz karar verin olur mu?İyi okumalar dilerim <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Wrong² Elections - myg.
Fanfiction"Döndüğünde senden nefret edeceğim. Ve inan bana ne kadar zor olursa olsun, bunu yapacağım." * Not: Wrong Marriages adlı kitabımın devam niteliğindeki ikinci kitabıdır. Serinin ilk kitabını okumadan okunması tavsiye edilmez.