ep:2

170 18 19
                                    

Son zamanlarda uyuduğum en uzun uyku olmalıydı belki de. Jiu'nun omzunda, o benim saçlarımı okşarken...

Ertesi sabah uyandığımda başımdaki şiddetli ağrı nihayet şiddetini azaltmış, ara sıra kendini hissettirirken, yataktan henüz doğrulamamıştım. Yüksek ihtimalle Jiu kolumdan tutarak beni buraya getirmişti ancak o kadar huzurlu bir uykunun eşiğindeymişim ki duymamış olmalıydım.

Kollarımı yana doğru açarak gerinmiş, ardından aklıma Yoongi'nin gelişiyle elime telefonu almış, bir arama ya da bir mesaj bıraktı mı diye bakmıştım.

Maalesef her şey bir ay öncekiyle aynıydı.

Ne bir mesaj vardı ne de bir çağrı.

Derin bir nefes alarak telefonu komodinin üzerine bırakmış ve ağır ağır doğrulmuştum yatağımdan.

Uzun bir aradan sonra kabus görmediğim ilk geceydi. Demiştim ya huzurlu bir uyku diye. Evet, tam anlamıyla son zamanlardaki en verimli uykuydu.

Bugün hastaneye uğramayı, yani en azından kontrol için bir göz atmaya gitmeyi umuyordum. Günlerdir hastaneden gelen amansız telefonlara evden müdahale etmek oldukça zordu ve belki de bekleyen yüzlerce vaka, yüzlerce hasta vardı. Kendi derdimden, onlarla ilgilenememiştim ve bu onları çok kızdırmış olmalıydı. Davranışım bencilceydi ama kendimi toparlamaya çalışmak, düşünmekten daha çok acı veriyordu.

Bu sabah da etmeyecektim kahvaltımı. Bu sebeple kaynaması için kattle'a su doldurdum ve kahve bardağımı hazırladım. Uzun zamandır ağzıma tek bir lokma süremediğim için oldukça zayıflamış, güçsüz düşmüştüm. Yüzüm oldukça çökmüş, göz altımdaki morluklar belirginleşmişti. Bembeyaz olmuştu tüm bedenim. Hasta gibi görünüyordum. Kısacası hiç hoş olmayan bir görüntüm vardı ve bunu nasıl düzeltebilirdim bilmiyordum.

Kaynayan suyu hazırladığım kahve fincanına döktüm. Farkında değildim belki ama, evlendikten sonra yavaş yavaş Yoongi'ye benzemeye başlamıştım sanırım. Çünkü o da sabah kalkar, kahvaltı yapmadan zift gibi, ap acı kahvesini içer, gününe öyle başlardı.

Aklıma yeniden dolmasıyla birlikte heyecanla aldım elime telefonumu. Belki bu sefer açar diye ummuştum. Numarasını tuşlayıp telefonu kulağıma götürdüm. Bir süre çalmadığında her zamanki cevabı aldığımı düşünerek telefonu kapatıyordum ki, telefonuna bir şekilde ulaşıldığını belirten o sesle birlikte tüm umutlarım yeniden yeşerdi.

Telefonu çalıyordu. Ve bu demekti ki açma şansı vardı. Çok yüksek olmasa da ya da telefonu açan kişi o olmasa da, en azından küçük bir şansım vardı.

İçimdeki umut o kadar tazeydi ki farkında olmadan evi turlamaya, hatta tırnaklarımı kemirmeye başlamıştım. Ancak telefon birkaç saniye sonra kapanmıştı ve henüz bir cevaplayan yoktu.

Mutfakta bulunan bir sandalyeye oturup yeniden ve yeniden tuşladım Yoongi'nin numarasını. Fakat her seferinde aynı sonucu alıyordum. Telefonu çalıyordu ancak, kimse açmıyordu.

Ne yapacağımı bilemez hâle gelmiştim. Telefonun başında dakikalarımı harcamıştım ama yine de bir dönüş alamamıştım. Gözlerim dolmuştu. Belki de ilk defa bu kadar yaklaşmıştım Yoongi'ye. Ama hepsi tekrardan boşa çıkmıştı.

Hemen yanımda duran kahvemden bir yudum aldım. Buz gibi olmasına aldırmadan hepsini tek bir dikişte içtim. Acılığı yüzümü buruşturmama neden olsa da aldırmayıp ayağa kalkmış ve kendime gelmek için elimi ve yüzümü yıkamaya gitmiştim. Yüzüme her su çarptığımda aklım Yoongi'nin hayaliyle doluyordu. Onu o kadar özlemiştim ki, bunu nasıl tarif edebileceğimi bilmiyordum.

Gözlerime tekrar doldu göz yaşları. Bir şekilde tükenmiş olmalarını ummuştum ama yine de akıyordular işte. Sanki kendi içimde bir zindana hapsolmuştum ve buradan kaçmak imkansız gibiydi. Her seferinde aynı kapıdan gitmeye çalışıyordum. Üstelik çabalarımın boşa çıkacağını bilerek.

Adımlarım beni ağır ağır odama götürdü. Sanki bedenimin kontrolu bende değilmiş gibiydi ve ben bu eve hapsolmuş gibiydim. Dışarıya çıkmak isteyip istemediğimden emin değildim. Sadece Yoongi'yi istiyordum. Geri dönmese de olurdu, haber verse, yaşadığını bilsem yeterdi.

Yatağımın, daha doğrusu yatağımızın karşısında olan aynalı komodinin önüne oturup aynada bir süre kendimi izledim. Berbat görünüyordum. Üstelik düzelebileceğime dair olan tüm inancım bedenimi terk etmiş, yerini belki de günler boyunca sürmeye devam edecek olan çaresizliğe bırakmıştı. Ben kime dönüştüğümü, şu an kendimi tanıyıp tanımadığımı bile bilmiyordum.

O sırada gözüme bir kağıt ilişti. Yazmak iyi gelir miydi bilmiyordum. Ama denemek istiyordum. Ne düşündüğümü ya da ne hissettiğimi o şu an belki de bilmeyecekti ama, en azından içimi soğutmak için bir şeyler yazma fikri fena gelmemişti. Çekmecemden bir kalem aldım ve tüm duygularımı yansıtmasa da, birkaç kelime döküldü kalemimden.

"Merhaba.
Bu yazdıklarım, benim asıl düşüncelerimi yansıtmayacak. Daha doğrusu kelimelerin buna gücü yeter mi emin değilim. Korkuyorum sebepsizce. Ya seni kaybettiysem? Ya şu an hayatta değilsen ve beni bu lanet dünyada bırakıp gittiysen?

Hislerim o kadar yoğun ki. Ancak ilk defa senin hakkında bu kadar tuhaf hissediyorum. Nerede veya kiminlesin emin değilim. Bilmiyorum. Tek bildiğim şey artık dönmen gerektiği. İyiysen bile en azından bana haber vermeliydin Yoongi. Çıldırmak üzereyim. Sensizlikten çıldırmak üzereyim. Bu belirsizlik beni öldürüyor. Sensizlik beni öldürüyor.

Son bir ayda dönüştüğüm kişiyi görsen inanamazsın bile. Her şeyimi kaybetmiş gibiyim. Sen yoksun. Beni bu lanet yere tıkıp gittin. Bedenen çıkabilsem de, ruhen hapsolmuş gibiyim. Beni buradan çıkarabilecek tek kişi senken, beni buraya daha çok tıkıyorsun. Senden nefret etmek istesem de bunu başaramıyorum. Anlıyor musun, en azından yaşıyorsan bana nerede olduğunu söylemeni umuyordum. Canımı acıttın ve acıtmaya devam ediyorsun.

Senden nefret ediyorum. Sırf bana bunları yaşattığın için nefret etmek istiyorum senden. Çıkıp geldiğin gün bağırıp çağıracağım sana. Hakaretler edeceğim. Sözlerimle canını yakacağım. Ama yine de tekrar sana döneceğim.

Ve bu süreç içinde, sen dönene kadar, senden nefret etmeyi deneyeceğim.

Her ne kadar başarısız olacağımı bilsem de, bunu yapacağım."

...

Wrong² Elections - myg.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin