3.bölüm

13 6 0
                                    

"Hazır mısın? çıkalım artık ya!" Uzay kapıya sertçe vuruyordu. "Uzay biraz daha vurursan eğer kapım kırılıcak!" diye bağırdım. "Aşağıdayım ben hızlı ol." Cevap vermeden hızlıca eşyalarımı toplamaya döndüm. Gideceğimiz gün gelmişti, her şeyi son dakikaya bırakmak hobim olduğu için(!) Hızlıca valizimi toparlamaya çalışıyordum. Son olarak yatağımın altı kalmıştı, orda anı kutularım vardı. Alıp almamak konusunda kararsız kaldım. Kendi kendime "Yüzleşmen gereken şeyler var Gece." diyerek son cesaret kutuları yatağımın altından çıkardım. 2 kutu vardı ve Büyük değillerdi. Bir tanesi burdayken kullandığım anı kutumdu, üstünde I love Newyork yazısı vardı. Son 2 yıldır saklamak isteyecek kadar güzel anılarım olmadığı için yatağımın altına atmıştım. Diğeri Southland için kullandığım kutuydu. Üstü simli, sticker dolu, rengarenkti. Kutuyu açmadan kutuya bakmam bile tüm anıların gözümün önüne gelmesi için yeterli oluyordu. Derin bir nefes alarak kutunun kapağını açtım. Kutuyu açınca ilk çıkan şey şeffaf bir poşet içersindeki sarı saçlarımdı. Bu poşeti eğer bir gün bana yapılanları unutursam, beni çok sevdiğim saçlarımdan ayıracak kadar üzdüklerini hatırlamam için koymuştum. Poşeti yanıma koyarak içindekilere bakmaya devam ettim. En çok dikkatimi çeken şey çapa sembollü örgü bilekliğim oldu. Bu bileklik 5'imizde de vardı. Anısı olan şeyler çok hoşuma gittiği için bileklikleri çıkarmalarına izin vermemiştim ve aynı şekilde kendim de çıkarmamıştım. Bileklikleri taktığımızda 11 yaşlarındaydık, gerçi sadece ben 11 yaşındaydım. Onlar benden bir yaş büyüktü. Southlanda her geldiğimde bana okuldaki anılarını anlatırlardı, bende onlarla aynı okula gidemediğim için üzülürdüm. Aramızda bir yaş olduğunu, zaten aynı sınıfta olamayacağımızı söyleyip beni teselli ederlerdi. Kutudan çıkan diğer şey bir fotoğraftı. Fotoğrafta 7-8 yaşlarındaydık, hepimiz yan yana dizilerek parktaki odun kütlelerinin üzerinde oturmuş mısır yiyorduk. Kutunun içi tonlarca fotoğraflar, sinema biletleri ve notlarla doluydu.
Uzayın ismimi bağırmasıyla kendime gelip, İki kutuyu da valizime ekleyerek aşağı indim. Uzay huysuzca söylenmişti ama onu dinlemeden arabaya bindim. Southlanda 13 saat uzaklıktaydık. Babam biz 4-5 yaşlarımızdayken ordan bir ev almıştı, bu sayede Uzayla tüm yazımızı orada geçirirdik. Babam o eve pek uğramazdı, annemde arada bir gelirdi. Biz de Uzay ile bu durumdan hiç şikayetçi olmazdık çünkü başımızda yaptığımız her harakete laf eden, karışan insanlar olmuyordu. Bakıcılarımız babam ile annemin bize nasıl davrandıklarını bildikleri için bizi onlara şikayet etmiyorlardı. Southland çocukluğumu yaşayabildiğim, evimde gibi hissettiğim tek yerdi benim için. Eskiden öyleydi en azından. Annemin southlanda taşındığını bilmiyordum dedemin yanında kaldığını sanıyordum. Uzun zaman sonra onu görüceğim yetmezmiş gibi bir de eski, hoş(!) anılarımı hatırlamam için bizim Southlanda gelmemizi istemişti herhalde.

Yaklaşık 15 saat sonra artık bildiğim yollardan geçmeye başlamıştık, Uzun yolculuklarda mola vermekten her ne kadar nefret etsem de Uzay her yemek yiyebileceği yerde durup beni de zorla yanında götürdüğü için 13 saatlik yolu 15 saatte gelmiştik. Bu kadar yemek yemeye nasıl hala fit kalabiliyordu aklım almıyordu bense her mutfağın önünden geçtiğimde kilo alıyordum.
yaklaştıkça kalbim daha da hızlı atmaya başlıyordu.
Yaşananlardan tam 2 yıl sonra sanki zaman hiç geçmemiş, ben hiç değişmemişim gibi Southland tabelasını görmek içimde bir heyecan yarattı. 2 yıl öncesindeki gibi özlemden olan bir heyecan değildi, onlara bana yaptıklarının bedelini ödeticek olmamın heyecanıydı bu. Eskisi gibi değildim, içimde sadece nefret ve öfke barındırıyordum artık.

Denizin Kapısı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin