Hepinize merhaba ruhdaşlarım^^
Yukarıdaki müziği açmayı unutmayın, oy ve yorum yapmayı da lütfen <3
Yalancıyı günahkar yapan söylediği yalan değil, yalan söylediği insanlardır.
Bazı insanlar hayatımızda o kadar büyük bir yere sahiptir ki, yalan söyleseler ve onların yalan söylediğini anlasak da onlara konduramadığımızdan yalan söylediğini düşünmek istemeyiz.
Kanarız ve kandırılırız.
Halbuki günahkar, cehenneme gittiğinde kimliğinden değil günahlarından sorgulanır.
Küçüklüğüm, yenildik. Kazandık zannetmedik ama yaklaştığımızı hissettik seninle, aslında yaklaşmamışız. Biz hep uzakmışız, biz hep ırakmışız. Önce birbirimizden sonra diğerlerinden. Parçalanınca yapıştırmışız ama tutmamış. Güvenmedik sanmışız ama yaralarımızı onlara açmışız. On yaşında yenildik sanmışız ama aslında hep yenik, hep bitikmişiz. Yanıldım, kandırıldın, yalnız bırakıldık.
Birkaç saniye öylece durdum, inkar etmek istedim. Asıl yalancının o olduğunu söylemek istedim. Ama o an bir yalan uğruna koskoca hastaneyi ayarlayacak kadar oyunbaz bir Pinokyo olmadığını biliyordum, o yüzden sustum. Cevap veremedim.
Çocukluğum önümde diz çöktü, ellerini yüzüme koydu ve fısıldadı. "Sen hiç çocuk olmadın."
Bir adım attı ve ellerini omuzlarıma koydu. İnanılmaz güçlü bir his bedenimi sardığında, kendimi savunmasız hissettim. Sanki bu his ne söylese yapacaktım, savunmam ona karşı yok gibiydi. Sanki bu hissin yeri hep hazırdı.
"Kızım," dedi o çok sevdiğim ve yılların şefkatinden hiç eksiltmediği yumuşak sesiyle. "Gerçekleri bir kez olsun babandan, Pinokyo' dan dinlemek ister misin?" Gözlerim dolu doluyken ağır ağır başımı salladım olumlu anlamda. Beni kolumdan nazikçe tutarak masasının önündeki sandalyelerden birine oturttu. Kendisi de karşımdaki diğer sandalyeye oturdu, masasının arkasındaki sandalye yerine. O zamana kadar odada olduğunu fark etmediğim Ural, bir bardak suyu dudaklarıma yasladı. Boğazım suyla buluşunca, vücudum bana teşekkür etti.
"Ben, sen dokuz yaşındayken terk ettim sizi. O sene annen çok değişmişti, aşık olduğum kadından çok çok farklıydı. Üniversiteyi çoktan bitirmiştim zaten. Ama mesleğim yerine senin de hatırladığın üzere, bir kasabada öğrencilere okuma yazma öğretiyordum. Bana da bir iş teklifi gelmişti, eğer kabul edersem inanılmaz ünlü bir psikolog olma şansım olacaktı. Bunu annene söylememekte oldukça kararlıydım. Çünkü tepkileri değişmişti, sana bile bağırıp çağırıyordu. Bir gece ansızın kalktım yataktan, topladım eşyalarımı. Senin odana gittim, başına ve yanağına bir öpücük kondurdum. Ma beaute, dedim fısıltıyla ve önce odamdan sonra evden çıkıp sizi ardımda bıraktım. Ondan sonra kariyerimde inanılmaz bir yükseliş yaşadım, inanılmaz bir psikolog oldum. Her gün sizi orada bıraktığım için pişman oluyordum, ama elimden gelen tek şey buydu. Sen on yedi yaşındayken annenin seni de alarak Niğde'den buraya taşındığını öğrendim, her gün izledim sizi. Nereye gittiniz, ne yaptınız, kiminleydiniz... Başınıza bir şey gelmesinden çok korkuyordum ama karşınıza çıkacak cesaretim yoktu. En sonunda, senin karşına çıkacak cesareti bugün bulabildim." Gözlerim dolu doluyken, ellerim titriyordu. Nefes alışverişlerimi düzenlemeye çalıştım ama imkansız gibiydi. Nefes almakta zorlandığımı gören Ural, yanıma gelip kollarımı tuttu. "Derin bir nefes al, sakin ol güzelim." Dediğini yapmaya çalıştım, bir süre sonra nefes alışverişim düzeldi.
"İyi misin kızım?" Babam dizlerinin üzerine çöküp önümde eğildiğinde hiç beklemediği bir şey yapıp, sıkıca sarıldım ona. "Baba," dedim titreyen sesimle. "Pinokyo'm..." O da kollarını sardı bana. Yıllardır hasretini çektiğim kokusu burnumda yerini aldığında gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bazı Yaralar Hiç Kapanmaz
Novela JuvenilDurdu. Sokak lambasının aydınlattığı yüzü bana döndü. Bakışları acımasızdı. Ama gözlerinin altındaki ruhu, ruhumla yan yana olmak için can atıyordu. "Neden buradasın?" Bu cümle benim ona ilk zamanlarda sorduğum cümleyi hatırlattı, acıyla gülümse...