Üçüncü Seans

40 8 24
                                    

Yedi

Çapaklar gözlerime batıyordu.

Boğazım kuru, sol omzum uyuşmuş bir halde uyandım. Hala üstümde Berna'yı görmeye gittiğimde giydiğim kıyafetler vardı. Yorganımın altına bile girmemiştim.

Bir öksürük boğazımı kaşındırırken yüzümü buruşturdum. Kesin hasta olacaktım.

Yastığımın soğuk tarafında duran telefonumu alıp ekrana baktım. İnternetim kapalı olduğu için hiçbir bildirim yoktu. Ama bir kez yukarı kaydırıp o sembole dokunduğunda her şeyin üzerime akacağını biliyordum.

Saat altıyı kırk yedi geçiyordu. Bu saatte evde kimse uyanmazdı. Ben uyurken yanıma kıvrılıp yatan Cece bile şimdi yerinde uyuyordu.

Onu uyandırmaktan çekinerek doğruldum. Bazam altımda gıcırdadı ama Cece kıpırdanmadı. Ağrıyan tek yerim boynum değil, aynı zamanda yamuk yattığım için belim de ağrıyordu.

Gözlerimi kırpıştırırken ayağa kalktım. Boynumda birbirine giren kolyeleri çıkarıp yavaşça kapımı açtım. Koridor hava doğru dürüst aydınlanmamışken koyu renk tahtalarla kapkaranlık gözüküyordu.

Banyonun ışığını açtığımda gözlerim iyice yandı. Soğuk suyun ısınmasını beklerken aynadaki yansımama baktım.

Gözlerim o kadar şişmişti ki gözlerim Berna'nın dalga geçeceği kadar çekik gözüküyordu. Gözlerim hiç böyle gözükmezdi.

Gözlerimi kırpıştırırken henüz ısınmamış suyu yüzüme çarptım. Hiç olmazsa yüzümün şişliğini alırdı.

Dönüp geri uyusam biraz daha dinlenebilirdim ama soğuk suyla beraber uykum iyice açılmıştı. Bari gidip salonda oturayım, diye düşündüm. Ama şimdi yorganımın arasında kalan telefonumu odamda bıraktım.

Balkonumuzun camları bu sene takılmıştı. Eskiden sadece benim belimi geçen pembe demirleri vardı. O zamanlar sadece yazın balkonda oturabilirdik. Şimdi kışın da çayımızı alıp balkonda vakit geçirebiliyoruz.

Mutfak sandalyesinin üstünde duran, adeta beni bekleyen hırkayı alıp balkonun kapısını açtım. Hava şimdi iyice aydınlanmıştı, sadece maviliğe rağmen evlerin rengi biraz daha koyu görünüyordu.

Ayaklarım buz kesmiş mermere değince ürperdim. Çorap giymeyi akıl etseydim aşağıyı seyredecektim. Ama zaten boğazım ağrıyordu, bir de çıplak ayak gezersem haftalarca yataktan kalkamazdım.

Bu yüzden bana epey büyük olan, annemin hırkasına sarınıp ayaklarımı kendime çektim. Demir kollu sandalyeden aşağıyı tam olarak göremesem de önümdeki binalar ve gökyüzü tam karşımdaydı.

Başımı omzuma yaklaştırdım. Gün doğmuştu ama insanlar daha uyanmamıştı. Böyle otururken sanki hayat duruyordu. Kimse işe gitmiyor, kimse bir şeye yetişmeye çalışmıyordu.

Gözümü açtığımdan beri aklıma getirmemeye çalıştığım gerçek bile çok uzaktaydı. Okulum yoktu, telefonum simsiyahtı. Sadece ben, soğuk balkon ve karşımdaki manzara vardı.

Başımı iyice kendime yaklaştırdım ve sessizce gökyüzünü seyrettim.

-

Ne kadar öyle durdum, hiç bilmiyorum. Sanırım karşı binadaki insanların yavaş yavaş uyandığını gördüğümde ayağa kalkmak istedim.

Evdekiler daha uyanmamıştı, annem uyansa şimdiye çoktan sesi gelirdi. Yurda gitmeden önce evde hep en erken benle annem uyanırdı. Babam işe gideceği için hazırlanırken ben de annemle beraber kahvaltıyı hazırlardım. Akın'a evde sucuk varsa sucuklu yumurta yapardık, annemle babama da haşlanmış yumurta. Bazı günler ben krep de yapardım. Akın krepin üstüne çikolatayı sürerek yerdi.

Adım AdaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin