"Gel hadi minik serçe." diye seslendi Uygar tekrardan. Çatık bakışlarımı camdaki beyden çekip Uygar'ı takip etmeye başladım. Görkemli kapılar bizim için açılırken ayağımdaki pörsümüş spor ayakkabılara uzandım.
"Hey, hey!" diye durdurdu beni Uygar ve ayaklarını işaret ederek evin içine girdi.
"Çıkarsana onları pis çocuk!" diye çemkirdim arkasından. O ise elleri ceplerinde neşeli bir ses tonuyla "Ayakkabılarla girilir böyle yerlere. Öğren şimdiden." dedi.
"Sosyetik egoist köpek!" diye söylendim arkasından ve çamurlu ayakkabılarımla içeri girdim. Buranın temizlikçisine acımıştım, eve ayakkabıyla girilmez ki!
Uygar'ın ardından tam gaz ilerlerken bu müthiş yapıyı inceliyordum. Evet standart yaşam koşullarına sahip insanlara gayet sıradan gelecek bir evdi fakat söz konusu bir sokak çocuğu ise burası bir saraydan farksızdı.
Bir saniye. Ben daha önce hiç saray da görmedim ki.
Uygar kapının hemen sol tarafındaki koltuklardan birine oturdu. Ama ne koltuk! Üzerinde sigara yanıkları yoktu. Alkol lekeleri yoktu. Sökük veya kırık yoktu. Yamuk değildi. Koltuktu işte ama bana taht gibi geliyordu.
Asillerden biriymiş gibi bir tavır takınarak ağır hareketlerle oturdum Uygar'ın tam karşısına. Koltuğun, pardon tahtımın kol kısmını okşadım. Kumaş, ömrüm boyunca giydiğim en sağlam kıyafetin kumaşından bile daha kaliteliydi.
Adaletin batsın dünya!
Yerdeki halıyı, sehpadaki süsü, duvardaki saati, tavandaki avizeyi ve dahasını didik didik inceledim gözlerimle. Merdivenlerdeki adım sesleri profesör edasıyla yaptığım incelemeyi böldü ve o tarafa baktım. Az evvel camda gördüğüm bey bize yaklaşmaktaydı.
"Uygar? Bu kız kim?" dedi elleri ceplerinde Uygar'ın tepesinde dikilirken.
"Kendisi benim kız arkadaşım. Hizmetli ilanı için getirdim onu." diye tanıttı beni Uygar. Kız arkadaş nereden çıkmıştı şimdi?
"Kimsin?" diyerek bana döndü adam. Bu ne kabalık böyle?
"Edep eğitiminizi kimden aldığınızı hayli merak ettim bayım." dedim bir anda. Tek kaşı havaya kalktığında hafifçe gülümsedi ve "Kendisine görünmek için mi soruyorsun? İhtiyacın var gibi duruyor da." dedi. Laf mı sokmaya çalıştı bu bana? Sokamadığın lafı sokayım da gör sen.
"Ben tam tersi kendisinden uzak durmak için sormuştum. İşinde pek becerikli gibi durmuyor çünkü." Hadi buna da bir şey desin bakalım.
"Edep konusunda eğitime ihtiyacın olduğunu kabul ediyorsun yani." dedi gülümsemesini soldurmadan. Sınırları fazla zorluyordu ama bu!
"Her cümlenin altında anlam aramayın. Dümdüz ne söylediysem o." dedim öfkeli bir nefes verirken. Adamın gülüşü sinirimi bozuyordu. İzin verin yumruğu geçireyim yüzüne!
"Öyle olsun bakalım. E söyle artık kimsin neyin nesisin?" Neyin nesisin mi? Benden bir varlık gibi bahsediyordu. 'İsmin nedir?' veya 'Kendini tanıtır mısın?' demek zor olmasa gerek, haksız mıyım?
"İsmim Nil." dedim. Yıllardır Nil'dim ben. Azra içeride uyuyordu. Kafasını salladı ve "Yaş?" diye sordu. Ulan terbiyesiz adam! Rica etmeyi öğrensene be!
"19." diye mırıldandım. Yine kafasını salladı başka tepki veremeyecek kadar özürlü adam.
"İş tecrübelerin neler?" bu sefer bir tık daha kibar sormuştu. Yutkundum. Tecrübe ne? Yeniyor mu?
"Kıraathanede çay ikram etmek sayılıyor mu?" diye sorduğumda Uygar bıkkınlıkla burun kemerini sıktı.
"Daha önce Saygın ailesinin yanında dört aya kadar hizmetçilik yaptı. En son ise Hüsrev Soylu'nun özel hizmetlisi olarak görev yaptı." Kim, ben mi yapmışım bunları?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İhanete Bulanan İntikam
Mystery / ThrillerDoğduğumuz anda öleceğimiz tescillendi ve herkes deli gibi sevindi. Öldüğümüz anda ise sonsuz bir yaşam bahşedildi, herkes deliler gibi ağladı. Ölüm kapıyı çaldığında korkup kaçmaya çalıştık. Hiç birimiz bu iğrenç dünyayı bırakıp bize bahşedilen son...