Kaşlarımı çatarak ona doğru ilerledim. Şüphelerimde haklı çıkarsam şansın nihayet bana gülmeye başladığını inanmaya başlardım.
"Sen misin lan o?" dedim aceleci davranmak istemeyerek.
"Karşınızda Uygar Gümüş, sayın Nil Nehri." dedi kollarını iki yana açarak. Kendimi bir anda onun kollarında bulmuştum.
Aynen hiç aceleci değilsin Azra, aynen.
"Seni yeniden bulduğuma inanamıyorum." diye mırıldandım başım göğsündeyken.
"Bende, bende." diyerek saçlarımı okşamaya başladı. Sanırım bu noktada hikayemin başını anlatmam gerekiyordu.
Vicdansız annem tarafından harabeye dönmüş bir konteynerde terk edilmiştim. Meryem anne beni bulduğunda o eski yerde ne kadar kaldığım hakkında bir fikir sahibi değildi. Sokaktan geçerken duyduğu ağlama sesine kulak vermiş ve beni bulmuştu. Evine götürmüş, şefkatle büyütmüştü. Poşetimin içinde bulduğu kağıt parçasında adım ve doğum tarihimi saklamış, bana kimlik çıkartmıştı. Bir yıl geçmemiş ki İdil adındaki kızını doğurmuştu. İkimizi aynı anda sütünden faydalandırmış, sevgiyle büyütmüştü. İdil, hırçın bir bebekti. Ağlak ve anne düşkünü olduğunu da unutmayalım. Meryem anne bu sebeple onunla ilgilenirken bazen beni ihmal ederdi.
Biz daha üç yaşımıza basmadan doğan oğlu Eray ile beni iyiden iyiye ihmal etmeye başlamıştı. Hatta öyle bir değişmişti ki beni evin hizmetçisi olarak kullanmaya başlamıştı. Her olayı benden bilmesi de cabasıydı. Yedi yaşımda işlerin şiddete dönüşmesinden ötürü evden kaçmıştım. Evimizin arka sokaklarının birinde aylarca gerek dilencilik yaparak, gerek çöpleri karıştırarak bir şekilde hayata tutunmayı başarmıştım. Ancak bir hafta vardı, ne insanlardan ne çöplerden kırıntı bulduğum. Açlıktan ölmek üzere olduğum son gün bir çocukla tanışmıştım. On yaşındaydı ve cebindeki parasıyla karnımı doyurmuştu.
O da benim gibiydi, kimsesiz. Ama bir kalbi vardı ki, kimsenin sahip olamayacağı kadar temiz...
Beni doyurduğu günden sonra sokaklarda onunla yaşamaya başlamıştım. Birlikte para kazanıyor, birlikte harcıyorduk. Birimizin boğazından geçmeyen şey öbüründen de geçmiyordu. Aramızda kan bağıyla elde edilemeyecek kadar sağlam bir bağ kurulmuştu. Canımdan çok sevdiğim, kardeşim olarak gördüğüm o oğlan çocuğu tam olarak Uygar'dı.
On beş yaşıma geldiğimde kimliğimi yeniletmiş, hatta bana bir isim vermişti, Nil demişti bana. Maviyi seviyorum diye, mavi Nil Nehri gibi berrak ve uzun ömürlü olayım diye.
Birbirimize söz vermiştik, ne olursa olsun hiç ayrılmayacağız diye. Hayatın bize neler getireceğini bilmeden birbirimizi hiç bırakmayacağız demiştik. Ne var ki dünya bir kere daha ne kadar adaletli olduğunu kanıtlamış, yollarımızı ayırmıştı. Üçüncü yılımızı doldurmuştuk ayrılığımızın.
Bugün ise yeniden kavuşmuş, kucak kucağa dikiliyorduk sokakta.
"Neler yapıyorsun?" diye sordum onunla yürümeye başladığımda.
"Bir ailenin şoförlüğünü yapıyorum. Aile demeyelim, aksi bir adamın." dediğinde kulaklarıma inanamadım.
"Sen mi? Nasıl oldu bu?" diye sordum şaşkınca.
"On dokuz yaşımda ehliyet aldım. Sırf bu iş için. Beni kabul ettiler, bende üç yıldır bu işi yapıyorum. Maaşı baya iyi." dediğinde kafamı iki yana salladım.
"Belli." dedim ve aklıma bir şey geldiği için durdum.
"Ehliyet almadan önce parayı nereden bulduğunu sormak istemiyorum!" dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İhanete Bulanan İntikam
Misterio / SuspensoDoğduğumuz anda öleceğimiz tescillendi ve herkes deli gibi sevindi. Öldüğümüz anda ise sonsuz bir yaşam bahşedildi, herkes deliler gibi ağladı. Ölüm kapıyı çaldığında korkup kaçmaya çalıştık. Hiç birimiz bu iğrenç dünyayı bırakıp bize bahşedilen son...