•••
BÖLÜM ON: CESETLERİN SOĞUK GÖLGESİÖlüm çığlıklarının her tarafı sardığı bir günün akşamı kalbinde solan acıların dinmiş, bir cesede dönüştürmüş her yerini. Çığlıkların birer senfoniye dönüştüğü vakit ise kesiklerinden sızmış acıların. Gözlerin kapalı canavarların arasında yetişmiş kalbin, zihninin her tarafını kana bulamışlar. Güncelerinin arasına sıkıştırmışsın yarım kalmış duygularını, öç almaktan korkmuş çelimsiz bedenin. Sessiz feryatlarının arasından çıkan dikenler sarmış bedenini. Tenin her bir yanını aleve vermiş, her tarafı cayır cayır. Gözlerinin önünde katletmişler seni her tarafından akan kanlar bucak bucak.
2. SANRI: SİNİR
Havada asılı kalan haykırışlarımın arasından düşen bedenim için tutunacak bir dal arıyordum. Düşen şey fiziki olarak bedenim değildi belki, havada asılı kalan şey duygularımın boşluğuydu, zihnimin karmaşık bulutlarıydı. Toz pembe bir bulutun arasında kaybolan nefesimden geriye kalan tek şey bir kaç çırpınmaydı. Toprağın en dibine gömülü kemikleri bile sızlatmayı başaran bir ninni doldurdu kulaklarımı. Her bir notası kanla yazılmış, her bir notası çaresizlikle büyümüş. Yakarmaların arasından duyulan nefret bir fırtına seline dönüşmüş gözlerden damlayan çiçekler yerlere serilmiş.
Düştükçe etrafı saran siyah beyaz ömürlerin ve yaşanmışlıkların hepsi karabasanların işkence noktasına doğru sürüklenirken etrafta soğuk bir hava hakimdi. Tenimi sıyırıp geçen anılar seli sessiz çığlıkların arasında boğulurken cismani olarak hissedebildiğim hiçbir şey yoktu. İşkence çığlıkları kulakları tırmalarken havada uçuşan çiçekleri yiyen aslanlar oradan oraya koşturuyorlardı. Siyahın en sessiz olduğu zamanlardan birinde etrafa süzülen dumanlar ciğerlerimi yerinden söküp atacak kadar yakıyordu canımı. Fiziksel olarak değil belki ancak zihnimin köşelerinde bir yerin ortasında çıkan alevleri hissedebiliyordum.
Alevler, her yerdeydi. Göremeyeceğim, dokunamayacağım kadar uzaktaydılar ancak hissedebileceğim kadar yakındılar. Yere sertçe indiğimde her tarafımda hissettiğim yanma hissi ile attığım çığlık ile kıvranmaya başladım. Renksiz ve cismani olmayan alevler her tarafımdaydı. Ben yerde kıvranmaya devam ederken pençeli bir yaratığın beni cismani olmayan bir suya atmasıyla çırpınmalarım kesmişti. Burası, o yerdi.
Her yer siyah beyazdı. Etrafta ölümün kokusu kol gezerken hafif rüzgar vardı. Burası kuş gölüydü. Etraftaki siyah beyaz çalıların ardından çıkan bir silüet ile soğuk savaş naraları gibi bir ses yayıldı zihnime. Canım yanıyordu. Canım o kadar çok yanıyordu ki sanki fareler kalbimi kemiriyordu. Hüzünlü melodilerin arasına karışmış sözler gibi yanıyordu her yerim. Silüet gittikçe belirginleşti. Belirginleşti ve... Kararan gözlerimin arasından gördüğüm şey yine annemin bedeniydi. Gölün kenarında ördeklere yem atıyordu. Siyah ve beyazın en can alıcı tonuna bürünmüş saçları etrafta uçuşuyordu. Küçükken bu gölün kenarına annemle gelirdik.
Annemin suratı bana dönerken korkuyla gerildim. Kasılan bedenim ile geriye doğru bir kaç adım attım. Yüzündeki o her zamanki sıcak gülümsemesiyle yanıma yaklaştı. "Darlene! Sende yem atmayacak mısın?" diye sordu o neşeli ses tonuyla. Ayağımın bir dal parçasına takılmasıyla geriye doğru düştüm. Bana iyice yaklaştığındaki gülümsemesi korkunç bir hal almıştı. Önümde diz çöküp saçlarını geriye attı. Kanlı elleriyle yanağıma dokundu. İstemsizce attığım çığlığın ardından etrafta öten kuşların sesleri işkence feryatlarına dönmüştü. Çıkan her bir sesin ardında ölüm soğukluğu yatıyordu.
Kanlı ellerinin soğukluğu yanağımı okşarken gözlerimden akan yaşlarım haddi hesabı yoktu. "Hadi ama Darlene, orada bir porsuk duruyor. Yanına gidip ona bakmayacak mısın?" diye sorduğunda ellerini çeneme götürmüş ve sertçe başımı çevirerek gölün karşısını işaret etmişti. Ölü bir şekilde yatan porsuğun kan gölüne dönmüş ve parçalara ayrılmış bedeni gözler önüne serilirken bir çığlık atıp önümdeki kadını ittim. "Git başımdan!" diye bağırırken bir yandan kaçmaya çalışıyordum. Kalınlaşan sesi ile saçlarımı yakaladığında beni havaya kaldırmıştı. "Hala kabullenmiyor musun annen olduğumu?" diyerek metalik bir sesle konuşmuştu. Yüzü önümde eriyip giderken simsiyah bir yüz çıkmıştı ortaya. Kanın kokusu burnuma dolarken gözyaşlarımn arasındaki hıçkırıklarım durmak bilmiyordu. Havada çırpınırken tek bir şeyi anlamaya başlamıştım; deliriyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Sanrılar ve Ezgileri | Eddie Munson (Askıda)
FanfictionGecenin karanlığının ruhun sarmaşıklarına dolandığı bir günün akşamı, gül dikenlerinin sancıları kanatmış acılarını, en çok senin yaralarını boyamış kırmızıya. Lavantaların solduğu bir ilkbahar ayında alaycı bir soğukla değiştirmişsin yerini. Ezgile...