•••
BÖLÜM ALTI: LAVANTALAR ÖLDÜĞÜNDEİlkbahar ayının güneşi bütün odayı doldurmaya yetiyordu. Etraf güneşlik ama soğuktu, tıpkı içimdeki savaş gibi. Esen bir yelin arasında gizliydi satırlarım. Bir kaldırım taşının arasında saklıydı umutlarım. Gözyaşlarımın arasında büyüyen bir kitap gibi paramparçaydı sancılarım. Bir keman sesi kadar kesiciydi tenimin her bir yanı. Üzerinde dikenli çiçeklerin yetiştiği bir tarlaydı bedenim, her tarafı kapkaranlık. Alaycı bir acıydı gözlerim, her yanı simsiyah. Kopuk birer idam halatı gibiydi ellerim, kıpkırmızı. Her bir feryadın arasına gizlenmiş kayıp birer mühürdü yüreğim. Gecenin karanlığındaki iştahsız bir sokak lambası gibiydim.
Gözlerim her açıldığında karşılaştığım beyaz tavan gibi hiçlikten ibaretti gözlerimin ardına gizlenmiş her bir anı. Lavanta tarlasının arasında kaybolmuştu duygularım. İşittiğim ses ile beyaz tavandan gözlerimi çekip aceleyle yataktan doğruldum. Arka bahçemizin gözüktüğü yatağımın hemen yanında olan pencereden dışarıya kısa bir bakış atıp bağırdım. "Geliyorum baba!"
Sabahın erken saatleriydi. Güneş yeni yeni doğmaya başlamış, kırmızı gökyüzü, normal bir insan için muhteşem bir manzaraydı. Ancak normal olmadığımı anladığımda on yaşında çocuklar oyunlar oynarken benim gölün yanındaki ormanda kuşlarla konuşup böcek topladığım zaman anlamıştım. Topladığım böcekleri sonraları kuşlara vermek için biriktirirdim. Çoğu zaman ise bunu beceremezdim, ancak ne zaman gölün yanına bir kuş konsa ona olabildiğim kadar yakın olmaya çalışırdım. Renk renk tüyleri ve irili ufaklı kanatlarıyla oldukça asil hayvanlardı. Bir keresinde bir kargayı o kadar yakından görmüştüm ki onu yakalamaya çalışmıştım. Şanslıydım ki sadece kaçıp gitmekle yetinmişti.
Yatağımdan kalkıp üzerime bir hırka aldığımda arka bahçeye açılan kapının yanına gittim ve eski tahta kapıyı zorlayarak açtım. Babam, güllerin olduğu yerde durmuş, kuruyan güllere bakıyordu. "Bir sorun mu var?" diye babama yaklaşarak sordum. "Güller kurumuş. Güllere su veriyor musun Darlene?" Kaşlarımı çatarak babam gibi güllerin önünde çömeldiğimde kuru gül yapraklarından birine dokundum. "Evet, bütün çiçeklere veriyorum suyu. Daha yeni gübre atmıştım güllere." Parmaklarımın arasındaki kuru gül yaprağını okşarken babama sordum. "Diğer çiçeklerin bir şeyi var mı?"
"Hayır, sadece güller." Parmakların arasındaki gülü serbest bırakıp bahçenin içinde gezinmeye başladım. Kasımpatılar, lavantalar, menekşeler ve zambaklar, sarmaşıklar bile olduğu gibiydi. Bütün bahçeye suyu aynı zamanda veriyordum. Neden güllerin kuruduğunu anlayamamıştım. Düne kadar renkli ve canlı olan güllerim bugün sabah kupkuruydu. Sanki solmadan sadece kurumuş gibi. Babam içeri girdiğinde kapıdan içeri girmem için seslendi. Bahçeye son bir bakış attıktan sonra babamın peşinden içeriye doğru girdim. "Bahçe için çok uğraştığını görüyorum ancak yenisini dikebilirsin." dedi babam. Ona kısa bir mırıltıyla cevap verip masaya oturdum. O da masada karşıma geçip bardağına kahve doldururken konuştu. "Şu ara çok fazla dışarı çıkıyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Sanrılar ve Ezgileri | Eddie Munson (Askıda)
FanficGecenin karanlığının ruhun sarmaşıklarına dolandığı bir günün akşamı, gül dikenlerinin sancıları kanatmış acılarını, en çok senin yaralarını boyamış kırmızıya. Lavantaların solduğu bir ilkbahar ayında alaycı bir soğukla değiştirmişsin yerini. Ezgile...