☛1☜

4.3K 234 56
                                    


Tuvaletin musluğunu orantısız güç kullanılmaktan olsa gerekti ayarları bir hayli bozulmuştu. Şimdilerde ne kadar sıkarsa sıksın damlatıyor ve sabaha kadar kovayı dolduruyordu. Kovadan taşan su tuvalet deliğine doğru akıp gidiyordu.

İsrafı iki kez düşünmezken gelecek faturayı düşündükçe huzursuz oluyor ama yine de gidip yenisini almaya meyletmemeye kararlı gibiydi.

Halbuki o çarşıya haftada en az dört kez çıkıyor fakat hep nalburun kapalı anına denk geliyordu. Tam bir ay olmuştu. Ama sorsan kimin umurundaydı.

Kapısına konan gazeteyi alarak suyu kaynayan çayın altını kısarak hazır olan kahvaltı masasına oturdu. Bardağına usulca dökülen tavşan kanı çayı yeni gelin gibi süzdükten sonra dudaklarına götürdü.

Kış gelmişti. Mutfakta duran ve cayır cayır yanan fırınlı sobayı süzdü. Evin içini sıcacık etmişti. Hoş, kışı da pek severdi. Kar, soğuk, soba, paltosu, siyah bir beresi, el örgüsü çorapları.

Şimdi kim gidecekti işe? Sabahın sekizi olmuştu millet sokaklarda koşturuyordu kesin. Cama şöyle bir göz atıp tekrar önüne döndü. Çayından ikinci yudumu alıp iştahsızca peyniri çatalladı. Bugün taze ekmek de yoktu sofrada iyice tadı kaçmıştı.

Otuz yedi yaşında evde kalmış bir adamdı. Şimdi iki çocuğu olsa cebine ağırlık yapan bozukluklardan iki tane avucuna verir, dört ekmek al gerisi senin olsun diye de kandırırdı. Büyük olan kanmazdı da küçük olan kesin sevinerek giderdi. Bir iki de öperdi yanaklarından.

Sikini kaldıramıyordu çocuğu nasıl yapacaktı gerçi. Huzursuzca kıpırdandı. Yedi- Yirmi dört işletilen bir mekanın müdürü olmakda zordu. Sabah giderdi. Sabah mekanın üst katı kahvaltıya ve akşam yemeklerine açılırdı, gece de alt katında gösteriler olurdu.

Taşaklı bir mekan gibi göründüğüne bakmayın, tam orta sınıf yeriydi. Sabahları simitini alan işçiler masalara konar, iki bardak çay alır, karınlarını doyurup giderlerdi.

Öğlen memurlar çorbalarını kaşıklar, iki lahmacun gömerdi. Akşamları ise hanımını alan randevuya konardı. Büyük bir kibirlede garsona el edip hesap derlerdi.

Ama geceleri öyle değildi. Saat gece onu geçtiği andan sonra birden mekana o fakir duruşundan arınırdı. Fakat o saatlerde işletmenin müdürü de değişirdi tabii. Sabahları sefilleri o sırtlanırken akşamları ise patronun sağ kolu burjuvayı oynardı.

"Bize nasip çiftetelli." Dedi gerinirken.

Dudak büzüp kızarmış patatesten iki çatal ağzına koyup gazeteyi açmadan köşeye sallamıştı. Garsonu denetle, aşçıyı denetle, bulaşıkçıyı azarla, kötü mal veren manavın götüne bir tekme. Elbet bugün de akşam olurdu.

"Siktiri boktan herifler, geceye beni müdür yapın da biraz da bizim sikimizde dönsün dünya."

Kalçasını duvara dayamış, cilalanmış ve parlatılmış kunduralarını ayağına geçirirken zorlanarak konuşmaya devam etti. "Gerçi kaldıramadığımız sikimizde nasıl döndüreceksek."

Ayaklarının tabanını iki sefer beton zemine vurup tamamen ayağında oturmasını sağlayarak kapı arkasında duran askılıktan kabanını alıp üzerine geçirdi.

"Bana kalsa dünyanın hali yaman amma bakma işte."Kapıyı arkasından kapatıp kilitini bir sefer döndürerek anahtarı cebine yollladı.

Tam o sırada mutfağında dolaşan beden; masada duran çayı tazelemiş, kalan patates ve peynirleri bir ekmeğin içine tıkıştırıp camdan giden adamı izlerken, köşeye atılmış gazete sayfalarına bakınmaya başlamıştı bile. Onun içinde kahvaltı zamanıydı.

13.09.2022

Hikayenin şarkısı, Anıl Durmuş- Kafayı Yaktım.

☛ ☜

Selamlar.
Yeni başladım, bu da mini olacak.
Temel tasarımı yok kafada ama oturacağım.

Sergen GezenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin