5. Bölüm " Yeni bir ipucu"

91 4 0
                                    

Emre’nin benzetmesi sonucu, evin içini korku tüneline benzettiğimi düşündüm. Korku tüneline benzeyen bu eski konakta ilerlerken, oyuncak bebeklerin bulunduğu bir oda vardı. Çok eski oyuncaklar arasında bir şey fark ettim. Oraya doğru gittiğimde, bir oyuncak kafası olduğunu fark ettim. Bu, belki de önemli bir ipucu olabilirdi diye düşündüm. Sonra önemsiz birşey olduğunun sonucuna vardım.
Bir yandan da Emre’yi merak ediyordum. Bir şey bulabilmiş miydi acaba? Aramak için telefonumu çıkardım ve saate baktım. Tam iki saattir tünelde dolaşıyormuşuz. Emre’nin ismini yazılı numaraya dokundum ve telefon çalmaya başladı. Ses yan taraftan geldi, hemen telefonu kapatıp yanına gittim.

“Emre,” dedim, onu görünce irkildiğini fark ederek.
“Korkma, korkma, benim,” diye ekledim, onu sakinleştirmeye çalışarak.
“Yok başkomiserim, korkmadım. Siz bir anda çıkınca...” diye açıkladı, biraz da utangaç bir şekilde.

“Neyse, tamam, tamam. Bir şey bulabildin mi?” diye sordum, merakla.

Elindeki çakmağı kaldırıp gösterdi. “Buldum başkomiserim. Bakın, çok güzel bir çakmak. Dikkat ettiyseniz, tertemiz. Sizce bu harabe, toz toprağın içinde, bu çakmağın tertemiz olması mantıklı mı? Siz bir şey bulabildiniz mi?”



Emre, elindeki çakmağı kaldırıp gösterdiğinde, inceledim. Çakmak, karanlık ve tozlu ortamda oldukça temiz görünüyordu. Parmaklarımızın arasında parlayarak duruyordu. Emre’nin bulduğu çakmağı gözlerimle inceledim. Elleri arasında parlak bir şekilde duruyordu, neredeyse yeni gibi.
“Maalesef bulamadım. Ama haklısın, bu çakmağın böyle bir yerde temiz kalması normal değil. Katilin büyük bir ihtimalle. Her yere baktık değil mi? Bitti.”
“Galiba bitti başkomiserim,” diye kabul etti Emre. İkimiz de çok yorgunduk. Emre’ye baktım, yere çömelmiş dinleniyordu.
“Başkomiserim, biz kaç saattir buradayız?” diye sordu.
“İki saat,” dedim.
İki saati duyunca epeyce şaşırdı. Haklıydı, şaşırmakta. Aslında ben de anlamadım zaman nasıl geçti.
“İki saat mi?” diye tekrarladı şaşkınlıkla.
“Bende şaşırdım. İki saat olmuş. Neyse, çıkalım artık.”
“Zaten bitti.”
“Sonunda.”

“Yürüyecek halim kalmadı başkomiserim,” dedi Emre, yorgun bir ses tonuyla.
“Bende yoruldum,” diye karşılık verdim.

Evin salonuna geçtik. Üzeri toz ve örümcek ağı dolu koltukları görünce dinlenmekten vazgeçtik. Burada biraz daha kalırsak hasta olabiliriz düşüncesiyle, her an kırılacakmış hissi veren tahta merdivenlerden inip çıktık konaktan.



Merkeze geldiğimizde, büronun önündeki sessizliğiyle karşılaştık. Koridorlar boştu ve sadece uzaktan gelen yazıcı sesleri duyuluyordu. İpek’in masası, odanın bir köşesindeydi. Masasının üzerinde dosyalar ve belgeler vardı. Üzerinde bir fincan kahve duruyordu, hafifçe buharı yükseliyordu. İpek, masasında otururken, dosyalara göz gezdiriyordu. Odanın genelinde ise polis memurları, işlerine dalmış bir şekilde çalışıyordu. Duvarlarda, suçluların posterleri ve haritalar asılıydı. Odanın atmosferi, gizemli bir hava taşıyordu, adeta bir suçlunun izini sürmeye hazır bekliyordu.
“Hoşgeldiniz başkomiserim?” dedi.
“Hoşbulduk İpek. Nasılsın?” diye sordum.
“İyiyim başkomiserim,” diye cevapladı.
“Evet, anlat bakalım ne oldu?” diye sordum, merakla bekleyerek.
“Aslında size anlatacak pek bilgim yok başkomiserim,” dedi İpek.
“Neden?” diye sordum, şaşırmış bir şekilde.
“Başkomiserim, ben şimdi Barış’a gitmiştim ya,” diye başladı anlatmaya.

“Evet,” diye onayladım, hikayesini dinlemeye devam ettim.

“Eve gelince kapıyı çaldım. Bir hizmetçi çıktı. Barış bey evde mi diye sordum. Değil dedi,” dedi İpek.
“Nereye gittiğini sordun mu?” diye sordum, merakla bekleyerek.

“Sordum başkomiserim,” diye cevapladı İpek.



““Nereye gitmiş?” diye sordum, merakla gözlerimi Emre’ye dikerek. Yüzünde bir endişe belirtisi vardı, sanki cevabı bile kendi için sürpriz olacaktı.
“Aslına bakarsanız onlarda bilmiyormuş,” dedi Emre, kaşlarını çatmış bir şekilde. Ses tonunda bir belirsizlik vardı, bu da beni daha da endişelendirdi.
“Nereye gideceğini söylememiş mi?” diye sordum, anlamaya çalışarak. Emre’nin ifadesinde biraz daha netlik arıyordum.
“Hayır. Sadece; ‘Benim önemli bir işim var. Yarın dönerim’ demiş,” diye cevapladı Emre, omuzlarını silktiğinde sanki işte bu kadar dediği duyuluyordu.
“Sizce bu bir tesadüf mü başkomiserim?” diye sordum, kaşlarımı kaldırarak. Emre’nin söyledikleri üzerine düşünmeye başlamıştım, bir bağlantı mı var acaba diye.
Emre’nin ifadesi değişti, bir an düşündü ve sonra derin bir nefes aldı. “Kardeşinin öldürüldüğü gün evinde değilmiş. İşi varmış. Sizce tesadüf olabilir mi?” dedi, gözlerinde bir arayış vardı, sanki cevabı bende arıyormuş gibi.
“Bilmiyorum Emre,” dedim, omuzlarımı silkeleyerek. İçimde bir huzursuzluk vardı, bu tesadüf olamazdı, olmamalıydı.
“Görünüşe bakılırsa elimizde katil hakkında çok bir şey yok başkomiserim,” dedi Emre, biraz umutsuz bir ifadeyle. Ama hemen ardından kararlı bir şekilde ekledi, “Evet ama bulacağız. O katili yakalayacağız Emre.” Bu sözlerle birlikte gözlerindeki kararlılık ve inanç beni de etkiledi.
Odama geçtip kendime bir fincan kahve söyledim. Büroda en sevdiğim yer, tabi ki odam. Düzenli olduğu zamanlar, kapıyı açtığınız anda, sizi karşılayan manzara, işlerin nasıl yürüdüğünü anlamanızı sağlar. Ferah ve düzenli bir alan... Pano, duvarda bir köşeye asılı, üzerinde ipuçları ve zanlılarla ilgili bilgilerle dolu. Harita, karşı duvarda asılı, şehrin labirent sokaklarını gösteriyor. Her bir işaretlenmiş nokta, bir cinayet mahalli ya da bir olay yeridir. Bu harita, bizim için bir pusula gibi.
Çalışma masam, odanın bir köşesinde. Dosyalar, raporlar ve bilgisayar... Her şey düzenli bir şekilde yerleştirilmiş. Kağıt yığınlarına yer yok burada. Masanın üstünde birkaç kalem, not defteri ve tabii ki bir kahve fincanı... Çünkü bazen bu fincan, işlerin en yoğun olduğu anlarda bile elimden düşmez.



Dinlenme köşesi, odanın diğer bir köşesinde bulunur. Rahat bir koltuk ve bir sehpa... Stresli anlarda dinlenmek ya da ekibimle toplantı yapmak için kullanılır. Duvarlarda motivasyonel posterler ve polis akademisinden hatıra fotoğrafları... Bu alan, ekibimizin bir araya gelip güçlendiği yerdir.
Odamdaki atmosfer, işbirliği ve güvenle doludur. Kişisel dokunuşlarım, odanın her köşesinde hissedilir. Burası, ekibimin birbirine olan güvenini ve dayanışmasını yansıtan bir mekandır. Bazende, şu an olduğu gibi dağınık olabiliyor. Masam biraz dağınık, evet. Dosyalar arasında kaybolmuş kâğıtlar, notlar ve belgeler var. Zaman zaman bu dağınıklık, yoğun iş temposundan kaynaklanıyor. Odanın içerisinin çok sıcak olduğundan, ilk olarak odamın penceresini açtım. İçerideki hava durgun ve bunaltıcı, bu yüzden biraz taze hava almak gerekiyor. Camı açtığımda, serin rüzgar odanın içine doluyor ve biraz rahatlatıcı bir atmosfer sağlıyor. Gözlerimi bir an için kapatarak, serin havanın yüzümdeki etkisini hissediyorum. Biraz olsun ferahlamak, zihnimin daha net çalışmasını sağlayacak gibi görünüyor. Koktuğuma oturdum. Koltuğuma, kafamı dinlemek için oturmuştum. Biraz sonra, kapının tıkırtısıyla irkildim ve “Gel,” diye seslendim. Emre, kahvenin hafif acı kokusuyla dolu odaya daldı. Kahveyi ondan istememiştim aslında, ama nazik bir jestti. Arkasından İpek de içeri girdi.

“Müsait misiniz başkomiserim?” diye sordu İpek.
“Müsaitim, çocuklar, buyrun gelin,” dedim, onlara gülümseyerek işareti verdim. Cinayet bürosundaki ekibimle birlikte iş yapmak, her zaman içimi biraz huzurla doldururdu.
Biraz sonra odamın kapısı tıklandı “ Gel “ dedim. İçeriye elinde kahve ile Emre içeriye girdi. Kahveyi ondan istememiştim aslında. Emre’nin arkasından İpek’te girdi içeriye.

Elimle masamın önündeki iki iskemleyi işaret ederek, “Geçin oturun,” dedim. Emre, kahvemi masanın üstüne koyup benim sağımdaki iskemleye oturdu. İpek ise karşıma oturdu. Her ikisi de sessizce yerlerine yerleşti, gözlerinde biraz endişe ve merak vardı. Onları rahatlatmak için hafifçe gülümsedim ve konuşmaya başladım.

“ Teşekkür ederim Emreciğim.” Dedim.



“ Birşey değil başkomiserim.”
“Sizce kim öldürmüş olabilir, Başkomiserim?” diye sordu Emre.
“ Hiçbir fikrim yok İpek ama Barış’tan şüphelenmedim diyemem. Çünkü adamın elinde kardeşini öldürmek için iyi bir bahanesi var. Adamı tanımıyorum. Eğer öyle hırslı bir insansa gözü hiçbir şeyi görmez” dedim düşünceli bir şekilde.
“Öyle insanlarla çok karşılaştık aslında, Başkomiserim. Belki Barış’ta onlardan biridir,” dedi Emre.
“ Ben kardeşinin öldüğünü söylediğimde pek sarsılmadı. Başka biri olsa ne yapacağını bilemez bir yerleri yumruklar bir şey yapar ama o öyle davranışlarda bulunmadı, diye düşündüm. “ dedim.
“ Başkomiserim, enim bu olaydaki baş şüphelim Barış.” diye belirtti Emre.
“ Olabilir ama emin olmadan suçlamamak lazım Emre.”dedim.
“Haklısınız Başkomiserim. Barış’ın dışında, mali işlerden sorumlu adam vardı Melih ondan da şüphelenmedim değil aslında Başkomiserim,” dedi Emre.
“Neden?” diye sordum, merakla.
Emre’nin kaşları çatılmış, alnında hafif bir kırışıklık belirmişti. “Adam bir değişikti Başkomiserim,” dedi, ellerini hafifçe sallayarak. “Hem maktulün öldüğünü duyunca o kadarda üzülmedi, sadece biraz şaşırdı.”
Ciddi bir ifadeyle Emre’ye bakıp, kafasını hafifçe sağa doğru eğerek düşünüp, “Belki de adam soğukkanlı biridir, nereden biliyorsun?” diye sordu İpek.
Emre, gözlerini hafifçe devirerek cevap verdi: “Ya İpek, adam soğukkanlı olsa bile biraz üzülmeli bence.” Elleriyle havada hafif bir hareket yaptı, duygusunu ifade etmeye çalışırken. “Düşün, sen sık görüştüğün birinin ölüm haberini alıyorsun, üzülmez misin?”




İpek, Emre’nin sözlerini dinlerken dudaklarını sıkıştırdı, kaşlarını çattı ve gözlerini düşünceli bir şekilde bana çevirdi. Sessizce düşündüm ve sonra başımı hafifçe salladım, Emre’ye katıldığımı ifade edercesine.
İki yardımcımın söylediklerini de dikkatle takip ederek düşündüm. Ortamın gerginliğini biraz olsun hafifletmek için hafifçe gülümseyerek kahvemi yudumladım.
“Belki de haklısınız,” dedim. “Şüphelenmeye devam edelim, belki bir ipucu bulabiliriz.”
İpek, düşünceli bir ifadeyle Emre’nin sorusuna cevap verdi: “Ben üzülürüm tabi ama herkesin yapısı farklı.”
Kaşlarımı çatmış bir şekilde düşündüm: “Belki de katil ev halkından biridir.”
İpek şaşkınlıkla sordu: “Nasıl yani Başkomiserim?”
Kararlı bir ifadeyle devam ettim: “Nasılı var mı İpek? Olabilir, neden olmasın.”
İpek, düşünceli bir şekilde devam etti: “Aslında evet, belki de katil ev halkından biri. Belki şoför olabilir, veya aşçı da olabilir.”
“Faik Bey ile nasıl geçmişti sohbetiniz Başkomiserim? Haberi duyunca çok üzülmüştür.” Dedi Emre.
“Evet, öyle oldu. Normal, adamın oğlu öldü,” dedim, yüzümde hafif bir hüzün belirerek.
Emre, anlayışla devam etti: “Sizin işinizde zordu değil mi?”
Derin bir nefes aldım ve başımı hafifçe salladım: “Olmaz mı Emre. Adama nasıl söyleyeceğimi bilemedim. Alıştıra alıştıra söylemeye çalıştım.”

Emre, merakla sordu: “Kurbanın odasına bakma şansınız oldu mu?”




“Olmadı. Adamı daha fazla yormak istemedim. Eve geldiğimde zaten yorgundu, haberi verince daha da kötü oldu,” dedim, sesimde bir empati tonuyla.
“Ama başka zaman bakacağız değil mi?” diye sordu İpek.
“Evet,” dedim, onaylayıcı bir şekilde.
Bugün ekipte yoruldu,” diye ekledi Emre.
Masanın kenarındaki saate baktım ve fark ettim ki mesai saati çoktan bitmiş, akşam olmuştu. Gözlerim yorgunluktan hafifçe kızarmıştı ve vücudum artık dinlenmeye ihtiyaç duyuyordu. Yoğun bir günün ardından, zihnim olayın çözümü için harcadığımız çabanın ve emeğin izlerini taşıyordu.
Odanın içindeki sessizlik, mesai saatlerinin sona erdiğini gösteriyordu ve personel yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Ekibimle birlikte yaptığımız görüşmeler, delil toplama çalışmaları ve incelemeler, zihnimde hala canlıydı. Eve gitme vakti gelmişti ve bedenim dinlenmeye gereksinim duyuyordu.
“Aynen. Hadi yavaş yavaş çıkalım,” dedim, hareket halinde olmanın gerekliliğini vurgulayarak.
“Tamam Başkomiserim,” diye yanıtladı İpek.
“ Çocuklar yarın geldiğimizde, İpek, sen şu Melih’i bir araştır bakalım hakkında ne biliyoruz, nasıl biriymiş , maktul ile bir kavgası , tartışması filan olmuş mu Tamam mı?”
“ Emredersiniz başkomiserim.”
“ Bakıcağız bakalım. Ha bu arada Emre sende git şu Burak’ı araştır. Ölmeden önce tartıştığı birileri varmıymış, sık takıldığı yerler neresiymiş tamam mı hadi oğlum.”

“ Emredersiniz başkomiserim.”




“Bırakayım mı seni eve İpek?” diye sordum, onun güvenliğini düşünerek.
“Yok Başkomiserim. Emre bırakacak beni, sağolun,” dedi İpek.
Her fırsatta didişmeye yer arayan Emre, İpek’i evine bırakacaktı ha. Şaşırmıştım. Aslında şaşırmaya gerek yoktu. Bizimkiler sanki, hafiften birbirlerinden hoşlanıyorlardı. Ama bir türlü bunu birbirlerine söyleme cesaretini bulamıyorlar. İçimden biraz takılayım şunlarka diye geçti ama, bizim Emre’ nin o utangaç suratı ile karşılaşınca, daha fazla utandırmamak için vazgeçtim.
“Tamam, iyi akşamlar,” dedim, veda ederken.
“İyi akşamlar Başkomiserim,” dedi İpek, son kez başını hafifçe eğerek.

Kalkıp masadan ayrıldım, ekibime sessizce tekrardan “iyi akşamlar” diledim ve odadan çıktım.

Başkomiser Yavuz "Son Telefon Konuşması" Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin