İtiraf etmeliyim ki, Alina kadar inatçı bir kadınla hayatımda hiç karşılaşmamıştım. Halen inat ediyordu, üstelik taksilerin nadir geçtiği bir yerden bahsediyordu. Alina’nın inatçılığı, tanıştığımız ilk günden beri fark ettiğim belirgin bir özelliğiydi. Bir konuda karar verdiği zaman geri adım atmazdı ve hedefine ulaşmak için kararlılıkla ilerlerdi. Hiçbir engel, onun kararlılığını kıramazdı.
Bazen bu inatçılık, tartışmalara neden olabilirdi. İkimiz de kendi düşüncelerimizde ısrar ederken, zaman zaman çatışmalar yaşardık. Ancak bu, ilişkimizi olumsuz etkilemezdi. Her zaman birbirimize saygı duyduk ve anlaşmazlıklarımızı çözmek için açık bir iletişim kurardık.
Alina’nın inatçılığı, onun güçlü iradesini ve kararlılığını yansıtıyordu. Bu özelliği, hayatta başarılı olmasını sağlayan önemli bir faktördü. İnatçı olması, onun hedeflerine ulaşmak için gereken motivasyonu ve azmi sağlıyordu.
“Buradan bir taksi bulmanız imkansız gibi birşey. Lütfen, hadi gelin bırakayım sizi. Geç kalmanıza izin vermem.” dedim, ısrarla.
“Bunu sırf suçlu olduğunuz için, vicdan azabı çekmemek için yapıyorsunuz, değil mi? Ha, bir de özür dilemek için,” diye cevapladı, ses tonu iyice yumuşamıştı. Hafiften bir gülümseme belirdi yüzünden. Sanırım aramızdaki gerginlik sona erdi.
“Evet, haklısınız. Kahve üzerime döküldüğünde heyecan yapıp yola bakmadım. Özür dilerim,” dedim, içtenlikle.
Beklemediğim bir şekilde, o da benden özür diledi.
“Bende aslında, dediğiniz gibi yapabilirdim. Şu ilerideki yaya geçidinden geçebilirdim,” itiraf etti.
Sonunda ikna oldu.
“Evet,” diye yanıtladım.
“Ama hala siz suçlusunuz,” dedi, kısa bir an duraksadıktan sonra.
Bu sefer kızgın değildi, tam tersine gülümseyerek cevap verdi. Alina’nın bana gülümsemesi, içimde bir sıcaklık hissettirdi. Bu samimi gülümseme, aramızdaki gerginliği azalttı ve birbirimize daha yakın hissetmemizi sağladı. Onun bu nazik davranışı, içimde hoş bir duygu uyandırdı ve onunla olan etkileşimimizde bir neşe ve huzur hissettim. Gülümsemesi, beni rahatlattı ve yanında olmaktan keyif aldığımı hissettirdi. Aramızdaki iletişimin daha da güçlenmesine ve dostluğumuzun derinleşmesine katkı sağladı. Ben de ona gülümseyerek yanıtladım.
“Tamam, hadi gidelim,” dedim ve elimi uzattım, kalkması için. Elimi tutunca kalbi daha hızlı atmaya başladı. Ona yardım ederek arabama bindirdikten sonra ben de hemen bindim.
“Nerede iş yeriniz?” diye sordum.
“Kadıköy Lisesi,” cevapladı.
“Öğretmen misiniz?” diye sordum.
“Evet, İngilizce öğretmeniyim” dedi ve telsizi göstererek, “Siz de polissiniz.”
“Evet,” dedim.
Yol boyunca sohbet ettik, birbirimizi daha iyi tanıdık. Hatta bir bahane bulup birbirimizin telefon numarasını bile almıştık. Okulun önüne gelince saati kontrol etti.
“Teşekkür ederim, tam vaktinde,” dedi.
Demesiyle okulun zili çaldı ve bu ani sona eriş, bir gülümsemeyle karşıladım. O da bana gülümsedi.
“İyi dersler,” dedim.
“Teşekkür ederim,” karşılığını verdi.
Okulun kapısından girene kadar bekledim. Sonra merkeze gittim . Sadece bu olayla değil . Daha sonra kader bizi birkez daha buluşturdu. Tanıştığımızdan iki hafta sonra , görev yaptığı okula gitmiştik. Bir olayı soruşturmak için. Bir öğretmen okulun çatısından düşmüştü. Cinayetten şüphelenmiştik . Sonra kaza olduğu ortaya çıktı. Otuz Ağustos Zafer Bayramı için bayrak asarken ayağı kayıp düşmüş . Evet bizim Alina ile tanışma hikayemiz böyle .
Biraz sonra Alina ‘nın evinin önüne sonunda geldim. Oldukça gülel bir mahallede oturuyordu Alina . İnsanlarıda iyidir diye umuyorum.
Şöyle bir göz attım, arabanın içinden eve.
Tek katlı , fazla büyük olmayan küçük bahçeli, müstakil evlerden. Yan koltuktan çiçeği alıp indim arabadan. Kapının önüne gelince , heyecana benzer bir duygu hissettim içimde. Halâ ilk tanıştığımız günkü heyecan vardı . Alina ‘yı ne zaman görsem bu duygu hep vardı. Halâ daha var. Derin bir nefes alıp kapının ziline bastım. “ Geliyorum”
Diye bir seslendi. Elimdeki çiçekleri arkama sakladım. Sonra kapı açıldı. Kırmızı bir ayakkabı , siyah bir elbise nin içinde , dudaklarından belli belirsiz bir gülümseme, mavi gözleriyle bana bakıyordu. Her defasında beni etkilemeyi beceriyordu. Kapıda öylece dikildiğimi görünce içeriye davet etti .
“ Merhaba Yavuz hoşgeldin. “ yine o günkü gibi gülümsüyordu. Gülümserken yanaklarında çok tatlı bir gamze oluşuyordu. Yine o gamzeleriyle birlikte karşıladı beni.
Alina’nın kapıda karşımda duruşunu izlerken gurur ve mutluluk hissettim. Saçlarının her bir telini, güneş ışığında parıldayan altın rengine hayranlıkla seyrettim. Zarif küpeleri, inci kolyesi ve bedenine mükemmel uyum sağlayan elbisesiyle adeta bir prensesi andırıyordu. Bu güzellikte bir kadına sahip olmak, içimde gurur dolu bir duygu uyandırıyordu. Ona almış olduğum aksesuarların her biri, onun zarafetini ve güzelliğini daha da vurguluyordu. Alina, benim için özel biriydi ve onu böyle görmek, içimi sevgiyle dolduruyordu.
“ Hoşbuldum canım. “ diye karşılık verdim.
“ Hadi geç içeriye. “
Kapıda karşılıklı konuşmalarımızın ardından, Alina’ya içeri girmemi söyledikten sonra, kapıdan içeri girdiği sırada ona çiçekleri uzattım ve mutlu bir ifadeyle aldı.
“ Ne güzel çiçekler. “ Dedi.
“ Senin için,” diye yanıtladım.
“ Bu kadar düşünmene gerçekten çok teşekkür ederim, canım,” dedi ve birbirimize sarıldık. Sarıldıktan sonra , içeriye geçecektik ki, beyaz tüylü tatlı bir kedi bize doğru yaklaştı. Daha önce bu eve geldiğimde görmemiştim, yeni almış olmalıydı.
“Alina, bu kedi nereden çıktı böyle? Senin mi?’”
Alina, kediyi kucağına alırken gülümseyerek bana döndü.
“Çok sevimli. Adı ne?” diye sordum.
“Bulut,” dedi.
“Bulut mu? Adı da güzelmiş.”
Kedinin başını okşayarak mırıldanmasına karşılık verdim.
“Ne zaman aldın?” diye sordum.
“Geçen hafta,” dedi.
“Mahalle hâlâ güzel görünüyor. İstanbul’da kalmadı artık böyle semtler.”
“Evet, öyle. İnsanları da çok iyidir. Mesela insanlar hâlâ birbirlerine istedikleri zaman gidip geliyor, birbirlerinin ihtiyaçları var mı, yok mu diye soruyorlar,” dedi.
Alina’nın salonu, sıcak ve davetkar bir atmosfere sahip. Geniş pencereler, odanın içine doğal ışığı yayarak ferah bir ortam oluşturuyor. Duvarlar, pastel tonlarda boyanmış, bu da odanın huzurlu bir görünüm kazanmasını sağlıyor.
Salonun merkezinde, konforlu bir koltuk takımı bulunuyor. Rahat minderleri ve yumuşak dokusuyla, burası dinlenmek ve keyifli zaman geçirmek için ideal bir nokta. Koltukların yanında yer alan sehpa, kitaplar ve dekoratif objelerle süslenmiş, odanın karakterini yansıtıyor.
Duvarlarda asılı olan tablolar ve fotoğraflar, salonun kişisel bir dokunuşla dekore edildiğini gösteriyor. Kitaplık ise, çeşitli kitaplar ve dekoratif biblolarla dolu. Burası, Alina’nın kültürlü ve sanata düşkün olduğunu yansıtıyor.
Salonun bir köşesinde, geniş bir televizyon bulunurken, diğer köşede şömine yer alabilir. Şömine, odanın atmosferini daha da sıcak ve romantik hale getiriyor. Zeminde ise, yumuşak bir halı bulunuyor, bu da odanın rahatlığını arttırıyor.
Alina’nın salonu, misafirleri ağırlamak için mükemmel bir alan sunuyor. Sıcaklığı ve samimiyetiyle, burası aile ve arkadaşlarla keyifli anların yaşandığı bir mekan haline geliyor.
Salona doğru geçerken bu konuşmayı sürdürdük.
“Kuruluş da böyleydi.”
“Doğru.”
“ Çok değil sekiz , dokuz sene öncede Kurtuluş böyleydi . Şimdi bırak aynı mahlledekileri , aynı apartmanda yaşayan insanlar bile komşularının kim olduğunu tanımıyorlar. Eski komşulukların hatıraları bir zamanlar sokakları süslüyordu. Şimdiyse, adı konmamış bir yabancılık hissi mahalleyi sarmış durumda,” dedim, gözlerimi uzaklara dikip geçmişe daldım.
Alina sessizce başını salladı, yüzünde bir hüzün belirdi. “Evet, artık eskisi gibi değil,” diye mırıldandı. Bu konuşma, mahallemizin kaybolan samimiyetini ve insanlar arasındaki bağların zayıflığını bir kez daha gözler önüne seriyordu.
Yavaş adımlarla salonun ortasına doğru ilerlerken, Kurtuluş’un geçmişine dair düşüncelere dalmıştım. Alina’nın yorumuyla zihnime kazınan gerçeklik, mahalledeki insanlar arasındaki bağların yıllar içinde nasıl kaybolduğunu bir kez daha gözler önüne seriyordu. Bu durum, içimi bir hüzünle dolduruyordu.
Burnuma tanıdık bir koku geldiğinde ani bir duraksama yaşadım. Lavanta kokusu... Kokuyu içime çekerek, geçmişe doğru bir yolculuk başladı. Anılar, rahmetli dedemin yazlık evindeki sıcak ve huzurlu günleri canlandırdı. Lavanta kokusu, o günleri hatırlatan bir anahtar gibiydi.
Alina’nın meraklı bakışları arasında, kokuya olan tepkimin anlamını açıklamam gerekiyordu. Yavaşça başımı kaldırıp Alina’ya baktım, lavanta kokusunu tanıyıp tanımadığını sormak için kendimi zorladım.
“Ne oldu Yavuz? Neden durdun?” diye merakla sordu Alina, yüzünde bir anlam ifadesiyle.
“Sıktığın bu koku, lavanta kokusu değil mi?” diye sorduğumda, Alina’nın yüzünde bir sevinç ifadesi belirdi.
“Evett, doğru bildin. Lavanta kokusunu çok severim ben,” dedi, gülümseyerek. O an, Alina’nın yüzündeki tebessüm, içimi sıcak bir duyguyla doldurdu. Lavanta kokusuyla anılar arasında bir bağ kurmuştuk, ve bu bağ bizi birbirimize daha da yakınlaştırıyordu.
Hafifçe başımı sallayarak, ekledim:
“Bana rahmetli dedemin evini hatırlattı,” dedim, gözlerim uzaklara dalıyordu, anılarına gömülmüştüm.
Alina, içten bir gülümsemeyle, karşılık verdi:
“Ya öylemi? Odamı seviyordu lavanta kokusunu?” dedi, gözlerinde anıları canlandıran bir ışıltı vardı.
Hafif bir tebessümle, yanıtladım:
“Evet. Bundan biraz daha büyük bir yazlığı vardı. Ama orası iki katlıydı. Yazları anneannemlerle oraya giderdik,” dedim, geçmişteki mutlu anılarımı hatırladım.
Dedemin yazlığı, benim çocukluğumun en güzel anılarına ev sahipliği yapmıştı. İki katlı ahşap bir yapıydı, etrafı çam ağaçlarıyla çevriliydi. Bahçesinde rengarenk çiçekler ve meyve ağaçları vardı. Yazları, dedem ve annemlerle birlikte oraya gitmek büyük bir heyecan kaynağıydı. İçinde rahat bir oturma odası, misafirler için odalar, ve hatta bir veranda vardı. Verandada akşamüstü çay içerken, çam kokularıyla karışık hafif esintileri hissederdik. Denize yakın olması da ayrı bir avantajdı; sabahları deniz kenarında yürüyüş yapmak ve serin sularında yüzmek bizim için bir gelenek haline gelmişti. Yazlık, ailem için sadece bir mekân değil, unutulmaz anılarla dolu bir yaşam alanıydı.
Alina, mavi gözleriyle bana dönerek içten bir teklifte bulundu:
“İstersen bir gün gidelim dedenin evine, olmaz mı?” dedi, gelecekte birlikte geçirecekleri zamanı hayal ediyordu.
Hafifçe başımı sallayarak cevap verdim:
“Çok isterdim ama, ev maalesef yıkıldı,” dedim, üzgün bir ifadeyle, geçmişin artık geride kaldığını kabullenmek zorundaydım.
Alina’nın hayal kırıklığı içinde söylendi:
“Hadi yaa?”
Karşısında, içtenlikle gülümsedim.
“Ama evin manzarasını bir görsen...” diyerek anlatmaya başladım.
Onun merak dolu bakışları beni cesaretlendiriyordu.
“Gerçekten mi?” dediğinde, yüzünde oluşan heyecanı hissettim.
“Çok güzeldi. Deniz hemen yanında, sonra büyük bir bahçesi vardı.”
Alina’nın gözlerinde, hayal gücüyle manzarayı canlandırdığını görebiliyordum.
“Keşke bende görebilseydim,” dedi.
“Evinde, hâlâ çok güzelmiş Alina’m, yeni eşyalar almışsın. Eve renk katmış,” dediğimde, yüzündeki sevinç ve memnuniyet ifadesi beni mutlu etti.
“Sen geldin daha güzel oldu,” diyerek samimi bir yanıt aldım. Gözlerindeki ışık, evine ve misafirine duyduğu sevgiyi yansıtıyordu.
“ Teşekkür ederim o senin güzelliğin. “ dediğimde, yanakları kızardı biraz.
“Teşekkür ederim,” dedi, mütevazı bir şekilde. Ellerini tuttum, içtenlikle gülümseyerek.
“Asıl ben teşekkür ederim, çağırdığın için Alina’m,” dedim, onun misafirperverliğine minnettarlıkla.
Elimi tutmaya devam ederek, sofranın bulunduğu yere doğru yürümeye başladı.
“Hadi gel. Şu sofrayı bir gör bakalım, güzel hazırlamış mıyım?” dedi, heyecanla.
“Ondan hiç şüphem yok. Eminim yemeklerde de harikadır,” dedim, ona güvenerek.
“Tamam,” diyerek, çiçekleri bir vazo bulmak için mutfağa doğru gitti. Ben de sofra masasına yaklaştım. Yemekler nefis görünüyordu. Alina’nın evi yüksek bir yerde olduğu için, manzarası da muhteşemdi. Camı aralayıp perdeyi açtım, serin rüzgarı hissettim.
Alina’nın hazırladığı yemeklerin kokusu, odanın her köşesine yayılmıştı. Masanın ortasında, renkli tabaklar ve tencelerle dolu bir şölen gibiydi. İşte, taze pişmiş ekmekler, altın renginde kızarmış tavuk butları, yanında tereyağlı patates kızartması ve hafifçe baharatlı sebzeler... Gözlerim yemeklerin üzerinde gezinirken, ağzımın sulanmaması imkansızdı.
Alina, her bir yemeğe özenle hazırlanmıştı. Tavuk butlarının üzerindeki çıtır çıtır kızarmış kabuklar, içindeki sulu etin lezzetiyle buluşmuştu. Patates kızartmaları, altın sarısı rengiyle masanın en çekici parçalarından biriydi. Baharatların dansıyla lezzetlenen sebzeler, renkli ve canlı görüntüsüyle iştahımı daha da kabartıyordu.
Masanın ortasına yerleştirilmiş olan çiçekler, yemeklerin yanında zarif bir dokunuş sağlıyordu. Taze kesilmiş çiçeklerin kokusu, odanın her yanını doldurmuştu ve masanın üzerinde bir bahar festivali havası yaratmıştı.
Alina, yemekleri servis ederken gülümseyerek bana baktı. “Buyurun, afiyet olsun,” dedi nazikçe. Gözlerim masadaki lezzetler arasında dolaşırken, midemde hafif bir gurultu duydum. Karnımın acıkmış olması beni hiç şaşırtmadı, çünkü masanın güzellikleri karşısında iştahımı dizginlemek imkansızdı.
“Alina’m, bu evi çok seviyorum. Hem hava alıyor, hem de manzarası güzel,” dedim, içimi ferahlatan manzarayı seyrederken.
“Acaba sana mı taşınsam?” diye, hafifçe espriyle sordum. Mutfaktan gelen cevabını merakla bekledim.
Etrafı incelerken, odanın konsolunun üzerinde duran taş plakları fark ettim. Yan yana sıralanmış plakların her biri, geçmişe uzanan bir hikayeyi anlatıyordu. Bazıları tozlanmış, bazıları ise bakımlıydı. Aralarında yıllar boyunca dinlenmiş ve sevilmiş parçalar vardı. Yavuz, plaklara baktıkça anılarını canlandırdı, gençlik yıllarına geri döndü.
Taş plakların arasından, Müzeyyen Senar’ın plakları dikkatimi çekti. Onun eşsiz sesiyle dolu şarkılarını görmek, içini bir nostalji dalgasıyla doldurdu. Plakları teker teker inceledikten sonra birini seçtim ve dikkatlice taş plaka yerleştirdim. Parmaklarımı plakanın kenarlarına hafifçe bastırırken, o tanıdık tıkırtıyı hissettim.
Plak çalmaya başladığında odadaki hava değişti. Müzeyyen Senar’ın nağmeleri, odanın her köşesine yayılarak atmosferi sarıp sarmaladı.
“ Benzemez kimse sana / Tavrına hayran olayım / Benzemez kimse sana “
Gözlerimi kapatıp şarkıya daldım. O eşsiz ses, ruhumu okşuyor, geçmişe doğru bir yolculuğa çıkarıyordu.
Müzeyyen Senar’ın sesiyle dolu bu an, benim için özel bir anlam taşıyordu. Gençlik yıllarımdan beri onun şarkılarına hayranlık duyuyorum, onu bir sanat ikonu olarak görmüşümdür her zaman. Onun her nakaratında, her nağmesinde, bir hikaye anlatıldığını düşünüyorum.
Gözlerimi açtığımda odanın sessizliğinde, plak çaların yumuşak tınılarına kulak verdi. Müzeyyen Senar’ın şarkıları, geçmişten getirdiği anılarıyla bana huzur veriyordu. Onun sesi, zamanın ötesinden gelen bir armağandı ve ben, bu armağanı her zaman en değerli hazinem olarak saklayacaktım.
“ Neden olmasın. Güzel olur aslında. “ dedim.
Yemek masasını gösterdim.
“Yemekler çok güzel görünüyor Alina’m,” dedim, iştahla bakarak.
“Yemekleri görünce karnım iyice acıktı.”
Alina, yüzünde bir gülümsemeyle mutfaktan çıktı ve ellerindeki tepsilerle masaya yaklaştı. “Teşekkür ederim, Başkomiserim. Bugün özellikle özenle hazırladım. Umarım beğenirsiniz,” dedi.
Gözlerimi masaya dikip mideminin guruldamasını hissettim.
“Yemeklerin kokusu bile insanın karnını doyuracak gibi. “ karşılık verdi.
Alina ise masaya doğru gülümseyerek yaklaştı ve şaka yollu ekledi: “Benim iştahım zaten yerinde. “ dedi.
“O zaman, oturalım hadi,” dedim ve nazikçe sandalyesini çektim. Alina, teşekkür ederek oturduktan sonra ben de karşısına geçtim, yemeğe başlamak için sabırsızlanıyordum.
“Nasıl? Güzel olmuş mu yemekler?” diye sordu. Yüzümde bir tebessüm belirdi. Beğendiğimi anlamıştı. Benim beğenimii görmek onu mutlu ediyordu.
Alina’ma bakıp, yüzümde bir gülümsemeyle başımı sallayarak cevapladım:
“Çok güzel olmuş, ellerine sağlık.” Göz teması kurarak teşekkür etmemi, kalbimi ısıtıyordu.
“Afiyet olsun,” dedi yemeğe başlamadan önce birbirimize saygı göstermek istedik.
“Günün nasıl geçti? Okullar kapalı olduğu için canın sıkılmıştır,” diye sordum, onun duygularını anlamaya çalışarak.
“Evet. Günüm alışveriş yaparak ve bu güzel sofrayı hazırlayarak geçti,” diye cevapladı, yüzünde bir neşe ve huzur ifadesi beliriyordu.
“Öğrencilerini özledin mi?” diye sordum.
Alina, bir an düşündükten sonra hafif bir tebessümle, yanıtladı:
“Evet, biraz özledim. Ama bu akşam seninle birlikte olmak çok güzel,” dedi. Gözlerindeki ışıltı, içten hislerini yansıtıyordu.
“Özlemez miyim, tabii ki özledim. Senin günün nasıl geçti?” diye konuyu bana çevirdi. Ama benim mesai saatleri dışında, pek fazla iş konuşmayı sevmiyorum.
“İş konuşmasak olur mu?” diye sorduğumda, Alina’nın rahatlamasını istiyordum.
“Tamam, sen nasıl istersen,” dedi, isteğime saygı göstererek.
Alina ile sohbet etmek gerçekten hoşuma gidiyordu. Bu hayatta, beraber sohbet etmeyi en çok sevdiğim kişi Alina’ydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Başkomiser Yavuz "Son Telefon Konuşması"
Fiksi Umum" Bu şehirde cinayetler bitmez başkomiserim." İstanbul Galata Emniyet Müdürlüğünün, Cinayet Büro Amirliğinde görev yapan üç polisin hikâyesi. Başkomiser Yavuz ve ekibi, kadim İstanbul şehrinde işlenen cinayetleri çözmeye çalışıyor. Serinin ilk kitab...