13. Bölüm "Parayı göndermemi Faik bey istedi"

88 4 0
                                    

Merkeze vardığımızda, Emre’yi Melih ile beraber, Emre’nin masasında konuşurken bulduk.
Büroya girdiğimizde, Emre’nin masasında Melih ile konuşurken bulduk. Emre, ciddi bir ifadeyle Melih’e doğru bakıyor, sanki önemli bir konu üzerinde konuşuyorlardı. Melih ise biraz gergin görünüyordu, belki de konuşulan konudan rahatsız olmuştu. Odada hafif bir gerilim havası vardı, ancak her ikisi de ciddi bir şekilde işlerine odaklanmış gibiydi.

“Kolay gelsin, Emre,” dedim.
“Başkomiserim de geldi. Hoşgeldiniz, başkomiserim,” dedi Emre.
“Hoşbulduk. Ne var, ne yok?” diye sordum.
Emre, Melih’in sırtına hafifçe vurarak, söyledi:
“Bana anlattıklarını başkomiserime de anlat, hadi,” dedim.
“Başkomiserim, bana o parayı Furkan’a göndermemi, Faik Bey istedi,” dedi Melih.
“Nedenini biliyor musun?” diye sordum.
“Hayır, bilmiyorum. Sadece parayı göndermemi istedi,” diye yanıtladı Melih.
“Tamam, sen gidebilirsin,” dedim.
“Sağolun, Yavuz Bey,” dedi Melih ve odadan çıktı.
Melih bürodan çıktıktan sonra, bir an sessizlik hakim oldu odada. Emre ve İpek ile birlikte  odama doğru ilerledik. Melih’in çıkışından sonra odanın havası biraz daha gerginleşmiş gibiydi. Benim odamı, diğerlerinden farklı bir atmosfere sahipti. Duvarlarda eski vakalara ait fotoğraflar ve haritalar asılıydı. Masamın üzerinde dosyalar ve raporlar yer alıyordu.
Masamın arkasındaki koltuğuma geçtim ve Emre ile İpek, misafir koltuklarına oturdular. Misafir koltukları, masamın karşısındaki duvara paralel bir şekilde yerleştirilmişti. İpek, soldaki koltuğa, Emre ise sağdaki koltuğa oturdu. Koltuklara otururken, her ikisi de ciddi ve odaklı bir şekilde duruş sergilediler. İpek, ellerini dizlerine koyup dikkatle içerideki sessizl dinlemeye başladı. Emre ise daha dik bir şekilde oturarak, gözlerini benim üzerime dikmişti. Odanın atmosferi, gelecek tartışmaların ciddiyetini yansıtıyordu.
Bir tane sigara çıkardım ve yakmak için ateşe tuttum. Parmaklarımın ucuyla alnıma hafif bir masaj yaparak düşüncelere daldım. Sigara dumanı, odanın içinde yayılarak belirgin bir koku oluşturdu. Sigarayı ağzıma alıp derin bir nefes çektim, dumanı içime çekerek boğazımı yakmamak için dikkatli olmaya çalıştım. Kafamı arkaya yaslayıp gözlerimi kapatarak bir an için dinlendim, sigara dumanını içime çekerek zihnimdeki karmaşayı biraz da olsa dağıtmaya çalıştım.


Sonra, masanın altından yarım kalan rakı şişesini çıkartıp, bardağıma bir miktar doldurdum. Bardağımı dudağıma götürüp bir yudum aldım, rakının sıcaklığı boğazımda yayıldı ve içimi biraz rahatlattı. Masanın üzerindeki dosyaların arasında, bu karmaşık vakayı çözmek için ne tür ipuçları bulabileceğimi düşünmeye başladım.. Emre merakla sordu.
“ Siz birşey öğrenebildiniz mi, para transferi konusunda, başkomiserim? “
“Öğrendik. Bizim maktül, Furkan’ın sevdiği kadınla basılmış.” Dedim, sesimde olayın ciddiyeti yansıyordu.
Emre’nin ifadesinde şaşkınlık vardı, belki de olayın karmaşıklığı karşısında kendini zor kontrol ediyordu.
“Kim basmış peki?” diye sordu, ses tonunda hafif büyük bir merak vardı.
“Furkan.” Dedim, bu sefer sesimde biraz daha eminlik vardı.
“Sonrasında sinirlenmişler, kavga etmişler. Parayı da Furkan kimseye bir şey söylemesin diye vermişler. Hani soyadları kirlenmesin diye.” Dedim.
Emre’nin ifadesinde şaşkınlıkla birlikte bir anlamda hayret vardı,
“Vay be, olaya bak.” Dedi.
Düşüncelere dalarken, “Dikkat ettim, biz bu maktulün odasını bir türlü araştırmadık.” Dedim, sesimde bir kararlılık vardı, bu durumun dikkate alınması gerektiğini vurguluyordum.
Emre, anlayışla başını salladı, “Faik Bey’in olayları yüzünden sanırım.” Dedi, sesinde biraz hüzün vardı, belki de yaşananlarla ilgili duyduğu üzüntüyü gizlemeye çalışıyordu.
“Neyse Emre, sen gerekli arama iznini al, bugün bir giriş yapalım. Belki bir şeyler bulabiliriz.” Dedim, sesimde bir umut vardı, belki de bu arama sonucunda daha fazla ipucu bulabileceğimize dair bir inancımı belirtiyordum.

Emredersiniz başkomiserim,” dedi, başını hafifçe eğerek.


İpek, oturduğu iskemleden kalkıp gitmek üzereyken, kapıdan Oktay müdürümün sesini duydum. Hızla kalktığımda, İpek de benimle birlikte ayağa kalktı.
“Oturun arkadaşlar, oturun,” dedi Oktay müdür, eliyle bir işaretle.
Emre ile birlikte müdürümüze doğru yürüdük. İpek o sırada bürodan çıktı. Oktay müdür eliyle odadaki sigara dumanları sirkeledi. Masamdaki rakı şişesini de görmüştü ama görmemezlikten geldi. Çünkü ara da bir o da, benim odama gelir , içer.
“Hoşgeldiniz müdürüm,” dedik, saygıyla.
“Hoşbulduk Yavuz. Gerekli arama iznini ben aldım. Al,” dedi, belgedeki imzasını işaret ederek.
“Çok sağolun müdürüm,” dedim, belgeyi alırken minnetle.
“Bu sayede vakayı bitirmende zaman kazanmış oldunuz. Hadi vakit kaybetmeden bulun şu katili,” dedi, ciddi bir ifadeyle.

Oktay Müdür odadan çıktıktan sonra Şefkat’i gördük. Bizi görünce, yanındaki olay yeri inceleme polisinden bir delik torbasını aldıktan sonra yanımıza geldi.
“Hah, başkomiserim, ben de sizin yanınıza gelecektim,” dedi, samimi bir gülümsemeyle.
“Ne oldu, inşallah elin boş gelmemişsindir,” dedim, merakla.
“Beni bilmiyormuş gibi konuşmayın başkomiserim,” dedi, hafifçe alaycı bir tonla.
“Hadi hızlı anlat, zamanımız yok,” dedim, aciliyetle.

“Emredersiniz, Başkomiserim,” diye cevap verdi Şefkat.
“Haklı çıktınız. O tarif ettiğiniz yeri iyice araştırdık. Biraz sonra yerde değişik bir leke gördük. Hemen numunesini aldık. Sanırım katil zehirli bir şeyi orada yapmış,” dedi, ciddi bir ifadeyle.

“Tamam, sen bunu analiz için Merve’ye gönder,” dedim, aceleyle.
“Emredersiniz, başkomiserim,” diye cevapladı Şefkat.
Oktay müdüründen arama iznini aldıktan sonra hemen yola çıktık yola.
“Bu adam neden ailesi ile beraber kalıyordu ki?” diye sordu İpek.
Sorusu mantıklıydı. Aslında ben de neden ailesiyle yaşadığını merak etmiyordum. Emre cevapladı:
“Belki de ailesini çok seviyordur. Başka eve çıkmak istememiş olabilir.”
“Olabilir, neyse bizi ilgilendirmez,” dedim ve konuyu kapattım.

Otuz beş dakika sonra, Faik Bey’in büyük evinin önüne geldik. Etrafa bakmadan direkt olarak kapıya yöneldik. Kapıyı ben çaldım ve üç kez vurdum. Biraz sonra evin hizmetçisi kapıyı açtı, ama geçen seferki hizmetçi kız değildi. Başka biriydi kapıyı açan. Daha yeni traş olmuş, iri yarı, esmer ve takım elbiseli bir adam önümüzde duruyordu. Sanırım Faik Bey’in şoförüydü.

“Buyurun, kime bakmıştınız?” diye sordu.
“Polis. Evi aramak için, daha doğrusu Burak’ın odasını aramak için geldik,” dedim.
Arama iznini eline verdikten sonra içeriye girdik. İçeriye girdiğimizde, Faik Bey’in sesini duyduk.
“Mehmet, ne oluyor, kim gelmiş?” diye sordu.
“Biz geldik, Faik bey,” diye cevapladı Şefkat.
Sesini çıkaramadı bir süre. Kim olduğumuzu sesimizden anlayamamıştı.
“Siz mi? Siz kimsiniz?” diye sordu.
“Başkomiser Yavuz ve ekibi,” dedim.


Faik, merak içinde, adeta hızla adımlarını atan birisi gibi geldi. Sesimizi duyar duymaz, ne olduğunu anlamak için hızlıca yanımıza, kapının girişine doğru yöneldi. Gözlerindeki merak belirgindi, sanki bir sürprizle karşılaşmış gibi hızla yaklaştı. Hızlı adımlarıyla hemen yanımıza geldi

“Hayrola, bir durum mu var Yavuz bey?” diye sordu.
“Sizlik bir şey yok,” dedim.
“Neden geldiniz peki?” diye sordu.
“Burak’ın odasını arayacağız,” dedim.
“Burak’ın odasını mı? Neden?” diye şaşırmıştı.
“Görevimiz olduğu için olabilir mi?” diye cevapladı Emre. Emre’nin sesi ciddi bir şekilde çıkmıştı.
“Doğru, pardon, kusura bakmayın. Siz öyle birden gelince ne yapacağımı şaşırdım,” dedi.
“Ne taraftan?” diye sordum.
Eliyle merdivenleri işaret etti.
“Buyurun, yukarıda odası,” dedi.
“Burak öldüğünden beri kimse girip çıktı mı odaya?” diye sordum.
“Hayır, kimse girmedi,” cevapladı.
“Siz peki, siz girdiniz mi?” diye sordum, gözlermii odanın kapısına hafifçe kayarak.
“Hayır, ben de girmediğim,” dedi, benim endişeli bakışlarıma karşılık vererek.
“Güzel,” dedim, ciddi bir şekilde.



Odanın önüne geldiğimizde, eldivenlerimizi taktık. Faik Bey, odanın kapısına yaklaşırken dikkatle etrafına bakındı, bir şüphe belirtisi belirmişti yüzünde.
“Siz içeriye girmeyin, burada bekleyebilirsiniz,” dedim, ciddiyetimi koruyarak.
“Siz nasıl isterseniz, Yavuz bey,” diye cevapladı, sessizce.
Burak’ın odası, beklentilerimin ötesinde derli topluydu ve oldukça genişti. Üçümüz de odanın içinde dağıldık, her birimiz bir köşeye yönelerek araştırmalara başladık. Oda dolu doluydu eşyalarla. Duvarlardaki resimler dikkatimi çekti; maktulün arkadaşlarıyla çekilmiş üç adet fotoğraf vardı. Bu fotoğraflar, onun sosyal çevresini yansıtıyordu. Bir köşede, Barış’ın evinde olduğu gibi, golf sopalarının bulunduğu bir çanta gördüm. Merakla yaklaşıp çantayı inceledim, içinden bir golf sopası çıkardım. Sopa üzerindeki değişik leke, dikkatimi çekti. Toz gibi görünüyordu ama rengi farklıydı. Bir kulips yardımıyla lekeden bir örnek alarak delil torbasına koydum. Golf sopasını yerine koyduktan sonra, çalışma masasının yanında Emre’yi fark ettim. Elinde bir defter tutuyordu, muhtemelen odanın içindeki notlara bakıyordu. Odanın atmosferi, arama sırasında oluşan gerginlikle doluydu, her birimiz odanın her köşesini titizlikle araştırırken, umutla bir ipucu bulmayı umuyorduk.

Emre’nin elinde tuttuğu defter beni hemen dikkatle izlememe neden oldu.
“O ne, Emre?” diye sordum, merakla defteri gözlerimle taradım.
“Sanırım maktulün günlüğü,” diye yanıtladı Emre, “ama kilidi var.”
Hemen Faik beyin yanına gittim, umarım oğlunun günlüğünün anahtarıyla ilgili bir fikri vardı.
“Faik bey, oğlunuzun günlüğünün anahtarı nerede, biliyor musunuz?” diye sordum.
Biraz düşündükten sonra, duvardaki rafın üstünde duran kupayı işaret etti.

“Şu kupanın içinde,” dedi Faik bey, rafın üstündeki kupa işaret ederek.


“Teşekkürler,” diye cevapladım ve ona minnettar bir şekilde baktım.
“Başka yapabileceğim bir şey var mı?” diye sordu.
“Şimdilik yok. İçeriye girmeyin yeter,” dedim, elimle odanın içine işaret ederek.
Sonra İpek’e döndüm.
“İpek, sen aşağıya git. Temizlik malzemelerinden örnekler al,” dedim.
“Emredersiniz, başkomiserim,” diye cevapladı İpek ve odadan çıktı. Emre ile beraber odada aramaya devam ettik. Emre yanıma geldi.
“Başkomiserim, şuna bakın,” dedi ve elindeki saç tokasını bana gösterdi.
“o gün bulduğumuzla aynı,” dediğinde gözlerim tokaya kaydı.
“Farkettim. Başka bakmadığımız yerler kaldı mı?” diye sordum, odanın etrafına bakarak.
“Kalmadı, başkomiserim,” dedi Emre.
“Tamam, hadi çıkalım,” diye yanıtladım ve odadan çıktık.
Aşağıya inip İpek’in yanına gittik. İpek, temizlik malzemelerinden örnekler almıştı ve başında başka bir hizmetçi bekliyordu.

“Merhabalar, ben başkomiser Yavuz,” dedim, uzattığım eli sıktı. İçtenlikle gülümseyerek ona karşılık verdim.

“Merhabalar, size nasıl yardımcı olabilirim?” dedi hizmetçi, nazik bir gülümsemeyle. Yüzünde biraz endişe vardı, gözleri hafifçe kısılmıştı, görevini yapmak için hazır olduğunu gösteriyordu.
“Temizlik malzemelerinin en son ne kadar miktarda olduğunu hatırlıyor musunuz?” diye sordum, merakla ve dikkatle dinlerken. Gözlerimi hizmetçinin yüzüne diktim, cevabını bekliyordum.

“Evet,” dedi, temizleyiciyi eline alarak. Yüz ifadesi dikkatle malzemeyi inceledi, sonra bana dönerek cevapladı.
“Şu an olduğu kadar,” diye yanıtladı, gözleri temizleyiciye dikkatlice bakarken.
“Anladım. Peki bu evin temizliğini kaç kişi yapıyor?” diye sordum, hizmetçinin yüz ifadesine dikkatle bakarak. Cevabını merakla bekliyordum.
“İki kişi yapıyoruz. Birimiz salonun temizliği ile ilgileniyor, diğeri odaların temizliği ile uğraşıyor,” dedi, ellerini kullanarak durumu açıklamaya çalışırken.
“Odaların temizliğiyle kim ilgileniyor?” diye sordum, gözlerimde hafif bir merak vardı.
“Cemre,” dedi, cevabını verirken yüzünde hafif bir endişe belirtisi vardı.
“Diğer arkadaşınız nerede?” diye sordum, gözlerimi hizmetçiye dikerek. Cevabını merakla bekliyordum.
“Bu sabah aradım. Hasta olduğunu söyledi,” dedi, sesinde hafif bir endişe vardı.
“Peki, adresini biliyor musunuz?” diye sordum, gözlerimde hafif bir telaş vardı.
“Evet, biliyorum,” diye cevapladı, endişeli bir ifadeyle.

Başkomiser Yavuz "Son Telefon Konuşması" Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin