6. Bölüm "Alina ile ilk karşılaşma"

91 4 0
                                    

Dışarı adım attığımda, akşamın serin esintisiyle karşılaştım ve derin bir nefes aldım. Arabama doğru yavaş adımlarla ilerledim, zihnimde gün boyunca yaşadığımız olayların yankılarıyla. Artık dinlenme zamanı gelmişti ve yarın için yeni bir günün enerjisini toplamak için hazırlanıyordum.

Arabamın direksiyonunda otururken, camı açıp bir sigara yaktım. Serin akşam havası aracın içine dolarken, içime çektiğim ilk nefesle birlikte sigaranın dumanı gökyüzüne doğru yükseldi. İstanbul’un akşam saatleri, bir başka güzeldi. Şehrin ışıkları, gökdelenlerin yüzeylerinde dans ediyor ve her bir ışık, bir hikaye anlatıyordu. Trafiğin sesi, şehrin kalbinin ritmi gibi, her anını dolu dolu yaşayan bir müzik gibiydi.

Akşamın huzurlu atmosferi, ruhumu sakinleştiriyordu. Kentin karmaşasının ortasında, bu anın tadını çıkarmak beni mutlu ediyordu. Sigaramı yavaşça tutarken, gözlerimi uzaklara diktim ve İstanbul’un güzelliklerini içime çektim. Şehrin ışıkları, boğazın sularıyla dans ederken, ben de bir an için zamanın durduğunu hissettim.

Akşam trafiği yavaşça ilerlerken, arabamın camından içeriye dolan serin hava ve İstanbul’un akşam esintisi, ruhumu huzur ve dinginlikle dolduruyordu. Bu büyülü anın tadını çıkarırken, şehrin gizemli ve büyüleyici atmosferini derinden hissettim. İstanbul’un akşamları gerçekten de benzersizdi ve bu güzellikleri yaşamak benim için bir ayrıcalıktı.

Alina ‘nın evine gitmeden önce evime gidip kendime çekidüzen vermeliydim. Evime geldim. Alina ile buluşmama bir saat vardı. Geç kalmayı istemezdim. Onun için olabildiğince hızlı olmaya çalıştım. Belimdeki tabancayı , elimdeki telsizi kapının girişindeki aynalı konsolun üzerine bıraktım .

Aceleyle yatak odamın karşısındaki banyoya girdim. Aynadan kendime baktım birkaç saniye . Yorgun , terli bir surat ifadesi çökük bir omuzlu adam gördüm. Musluğu açtım , elimi suyun altında soktum. Su soğuktu. Suyu avuçlayıp , yüzüme çarptım. Rahatlar gibi oldum . Birkaç defa çarptım suyu yüzüme . Yetmedi . Onun yerine başımı suyun altına soktum. Uzun süre bekledim. Ama yine yetmedi . En iyisi girip bir duş almaktı . Hem zaten ter kokuyordum. Yaz ayının sevmediğim yanıda buydu . Üstümü çıkarıp kendimi soğuk suyun altına soktum.

Bedenime gelen soğuk su iyi geldi. Rahatlattı, kendime getirdi. Duştan çıktım . Banyo kapısının arkasında asılı duran havlu ile kurulandım. Odama gittim. Güzel giysilerimi çıkartıp giydim. Şişesi yarıya kadar gelmiş olan parfüm şişesini aldım dört kez sıktım. Odamdaki aynanın karşısında saçlarımı taradım. Hazırım . Mutfağa gidip buzdolabından dünden kalan meyve suyunu çıkarttım . Bir bardak doldurup şişeyi tekrar buzdolabına koydum. İki yudum alıp salona geçtim . Pencereye doğru ilerledim. Hava kararmaya başlamıştı . Sokak lambasından yansıyan ışık evimin salonunu aydınlatıyordu.
Penceremden dışarıyı seyrettim biraz.
Evimin penceresinden baktığımda, İstanbul’un büyüleyici manzarası gözler önüne seriliyordu. Boğaz’ın suları, hafif bir esinti eşliğinde kıyıya vururken, şehrin ışıkları geceye bir ışık festivali gibi yayılıyordu. Gökdelenlerin siluetleri, gökyüzüne doğru uzanırken, her bir ışık, şehrin hayat dolu olduğunu gösteriyordu.



Geceye karışan sokaklar, araçların ışıklarıyla aydınlanıyor, şehrin kalbinin ritmini hissettiriyordu. Uzaktan gelen sesler, şehrin hareketliliğini ve yaşamın sürekli akışını hatırlatıyordu. Feribotların ve teknelerin sulara vuran dalgaları, Boğaz’ın sakin sularında huzur buluyor, gözleri büyüleyici bir manzaraya şahit olmaya davet ediyordu.
Pencereden bu büyüleyici manzarayı izlerken, İstanbul’un büyüsüne kapılmış gibi hissediyordum. Şehrin karmaşası ve canlılığı, bana huzur veriyor, aynı zamanda heyecanlandırıyordu. İstanbul’un bu benzersiz manzarası, evime her zaman huzur ve mutluluk getiriyordu.
Sonra Alina ile buluşacağım saat aklıma geldi . Saatime baktım. Buluşacağımız saate , yarım saat vardı . Perdeleri çektip , eve bir göz attım . Eksik birşey var mı diye son birkez kontrol ettim. Sonra kapının yanındaki aynalı konsoldan tabancamı alıp belime koydum . Telsizimi aldıktan sonra ışıkları kapatıp çıktım evimden.

“Evden çıktıktan sonra sanki bir şey unutmuşum gibi bir hisse kapıldım. Neyi unuttum diye düşünürken aklıma geldi: çiçek. Evet, birazdan Alina ile buluşacağım ve onun evinde akşam yemeği yiyeceğim. Çiçek almadan olmazdı.

Oturduğum evin yan tarafında, Nuriye teyzenin çiçekçi dükkanı vardı. Alina’nın en sevdiği çiçeklerden papatyaları almaya gittim. Umarım Nuriye teyze dükkanını kapatmamıştır. Kapattıysa işim zor, yollarda çiçekçi arayacaktım. Köşeyi dönünce dükkanın hâlâ açık olduğunu fark edince rahatladım. Dükkana girdim. Yavaş yavaş çiçeklerini diziyorken gördüm Nuriye ablayı. Kapatmaya başlıyordu dükkanını. Kadın yirmi yıldır bu dükkanda çalışıyor. Benden on beş yaş büyük. Çalışmak kadına iyi geliyor ama yaşı ilerledikçe yoruluyor tabi ama belli etmemeye çalışıyor. Arada bir kızı gelip yardım ediyor tabi. Yirmi yıl önce bu dükkanda çalışmadan önce babası açmış burayı ona. Babası da çiçekçiymiş. Sonra çocuk yaşta çiçekleri çok sevmiş. Babası hep ona çiçek getiriyormuş. Hepsinde çok iyi bakıyormuş. Büyüyünce de bu dükkanda çalışmaya başlamış. Yanına yaklaştım.

“Kolay gelsin Nuriye abla,” dedim.


Nuriye ablanın çiçekçi dükkanı, içeri girdiğimde beni sıcak bir atmosferle karşıladı. Dükkanın her bir köşesinde rengarenk çiçekler sergileniyordu. Büyükçe bir tezgahın üzerinde çeşit çeşit kesme çiçekler ve hazır buketler dizilmişti. Raflar, saksı içindeki bitkilerle doluydu ve her biri sağlıklı ve canlı görünüyordu.
Dükkanın arka kısmında, büyük bir camın önünde, içi su dolu bir tankın içinde egzotik su bitkileri ve tropikal çiçekler sergileniyordu. Tankın yanında, minik bir masa ve sandalye bulunuyordu, muhtemelen Nuriye ablanın kısa molalarında oturduğu yerdi. Dükkanın duvarlarında ise çiçeklerle süslenmiş tablolar ve duvar askılarındaki çiçek motifli tablolar dikkat çekiyordu.
Dükkanın içi hafif bir çiçek kokusuyla doluydu ve bu koku insanı hemen rahatlatıyordu. Nuriye abla, dikkatlice her birine bakıyor ve onlara sevgiyle dokunuyordu. Dükkanın içindeki bu sıcak atmosfer, insanı kendini huzurlu ve mutlu hissettiren bir yer haline getiriyordu.
Nuriye abla, arkasını dönüp beni görünce yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi. Gözleri parlıyordu ve hoş bir sürprizle karşılaşmış gibi görünüyordu.

“Oo, sen mi geldin Yavuz?” dedi, sesinde samimi bir sevinç vardı.
“Evet, Nuriye abla. Nasılsın?” diye sordum, onunla sohbet etmek için keyifliydim.
“İyiyim, sağol. Sen nasılsın?” diye yanıtladı, gülümseyerek.
“Teşekkür ederim, ben de iyiyim,” dedim, rahat bir nefes alarak.
“Kaç gündür görmüyorum seni,” diye devam etti, biraz endişeli bir ses tonuyla.
“İşten güçten göremiyorsundur,” dedim, onun endişesini hafifletmeye çalışarak.
“Gel, bir çay koyayım iç, yeni demledim,” teklif etti, misafirperverliğiyle.
“Teşekkür ederim, ama acelem var. Çiçek alıp gideceğim,” dedim, aceleci bir şekilde.
Çiçek alacağımı söyleyince, Nuriye abla hafifçe gülmeye başladı, yüzündeki gülümseme daha da genişledi. İşte o an, samimiyeti ve dostluğuyla dolu bir anıya dönüşmüştü.

“ Hangi kadına alacaksın bakayım çiçekleri ?” Dedi başını sallayarak.

“Tanımazsın sen,” dedim, gülümseyerek.
“Öyle olsun. Hangilerini seviyor kadın?” diye sordu.
“Papatya,” diye yanıtladım.
“Zevkide güzelmiş. Kendisi de güzeldir,” dedi, gözlerinde bir ışıltıyla.
“Güzel kelimesi az bile kalır. Çok güzel,” diye ekledim, Alina hakkında konuşmaktan keyif alarak.
“Adı ne bu güzel kadının?” diye sordu.
“Alina,” dedim, gururla.
“Alina. İsmi de güzelmiş,” dedi, düşünceli bir şekilde.
“Evet,” diye onayladım.
“Ne iş yapıyor bu Alina kızımız?” diye merakla sordu.
“Kadıköy’de bir lisede öğretmen,” diye cevapladım, Alina’nın mesleğini paylaşarak.
Çiçekleri hazırladıktan sonra, gözlerim onlara kaydı. Gerçekten de çok güzel görünüyorlardı. Alıp kokladığımda, nefis kokuları içime çekerek huzur buldum.
“Çok güzel kokuyorlar,” dedim, memnuniyetle.
“Kokacaklar tabi, her gün bakıyorum bu çiçeklere,” diye yanıtladı, gülümseyerek.
“Borcum ne, Nuriye abla?” diye sordum, minnettarlığımı ifade etmek için.
Cebimden cüzdanımı çıkartıp, para çıkartacaktım. Eliyle engel olup, cüzdanımı tutan elimi cebime doğru ittirdi.

“Bu benden olsun,” dedi, nazik bir gülümsemeyle.


“Olmaz öyle, Nuriye abla. Emeğinin karşılığını almazsan rahat etmem,” diye ısrar ettim.
Israr edip parasını vereceğimi bildiğinden izin verdi.
“Tamam, peki,” dedi, kabul ederek.
“Yetmiş versen yeter,” dediğinde, saygıyla başımı salladım.

Parasını verdikten sonra çıktıp arabama bindim. Çiçekleri oturduğum koltuğun yanına nazikçe koyduktan sonra çalıştırdım arabamı. Bizim tanışmamız biraz değişik oldu. Biz onunla nasıl tanıştık peki . Benim ona arabam ile çarpmam sonucu tanıştık.

Evet ben arabla ona çarptım , ama bilerek değil tabiki yanlışlıkla. Bir Çarşamba sabahıydı . İçimde anlam veremediğim bir duygu hissettim . Canım kahvaltı yapmak istememişti . İnşallah başıma kötü birşey gelmez diye mırıldandım . En azından bir fincan kahve içsem rahatlardım belki . Mutfağa gittim . Lavabonun yaklaşık yetmiş santim üstündeki dolaptan , kahvenin bulunduğu kavanozu indirdim . Kapağanı açıp içine baktım . Ama ne bir fincanlık kahve ne de bir çay kaşığı kadar bile yoktu . Birşey yiyip içmeden öykece çıktım evimden. Arabamı çalıştırıp merkeze gitmek için yola çıktım . Yol kenarındaki bir marketlerden birine girdim . En azından onlarda vardır.
Birine girdim . İçeceklerin olduğu reyona geldim . Ve evet bardakta satılan kahvelerden vardı . Bir tanesini alıdıp parasını ödeyip çıktım marketten . Arabama bindikten sonra bir yudum içtim. O bile iyi geldi . Sonra arabamı çalıştırıp tekrar yola çıktım . Radyodan güzel bir müzikte açtım.
Tam sakin sakin gidiyor iken bir aksilik oldu . Kahvemden bir yudum alacak iken , arabanın tekerleği çukura girdi . Arabanın sarsılmasıyla elimdeki kahve üzerime döküldü. “ Allah kahretsin “ dedim . Üzerime bakarken bir an yola bakmadım . Sonra kadının teki yola çıktı . Hemen frene bastım. Fakat kadına çarptım .

“ Bir bu eksikti .”



El frenini çektim ve arabadan indim. Kadının yanına yaklaştım. Yerde öylece ayak bileğini tutuyordu. Umarım kırık çıkık yoktur diye düşündüm. Sarı saçları ve mavi gözleriyle dikkat çeken bir kadındı. Alina, hayatımda tanıdığım en güzel kadındı. Daha ilk bakışmada kendine aşık etmişti beni. Sarı saçları, mavi gözleri ve zarif gülümsemesiyle herkesin dikkatini çeken biriydi. Onunla tanıştığımız an, adeta bir masal kahramanıyla karşılaşmış gibi hissettim.
Sarı saçları, güneşin altında altın gibi parlıyordu ve yüzüne düşen her ışık, onu daha da büyüleyici kılıyordu. Mavi gözleri, denizin derinliklerini andırıyordu ve bakışları içimde bir fırtına koparıyordu. Her ne zaman gülümsese, etrafında bir aura oluşuyordu, sanki çiçekler açıyordu etrafında.
Alina, sadece dış güzelliğiyle değil, iç güzelliğiyle de beni büyülüyordu. Zarafeti, nezaketi ve inceliğiyle herkesin kalbini kazanmıştı. Onunla birlikte zaman geçirmek, hayatımın en değerli anlarıydı. Her konuşması, her gülüşü, beni bir adım daha kendisine yaklaştırıyordu.
Alina, sadece dış görünüşüyle değil, iç dünyasıyla da etkileyiciydi. Derin bir düşünce yapısına sahipti ve konuşmalarımızın her biri, beni daha da hayran bırakıyordu. Onunla birlikte geçirdiğim her an, ruhumu besliyor ve beni daha iyi bir insan yapmaya teşvik ediyordu.
Alina, benim için sadece bir kadın değildi, aynı zamanda bir dost, bir yol arkadaşı ve bir sevgiliydi. Onun varlığı, hayatıma anlam katıyordu ve onunla birlikte olmak, her daim beni mutlu ediyordu.

“Hanımefendi... Hanımefendi, iyi misiniz?” diye sordum, endişeli bir şekilde.
Biraz ters cevap verdi. Haklıydı, sinirlenmesi normaldi.
“Sizin oradan bakınca iyi gibi mi duruyorum beyfendi?” dedi, tonu sertti.

Bana bakmasıyla içimde bir şeyler hareketlendi, kalbim hızlı atmaya başladı. Birkaç saniye boyunca şaşkınca ona bakakaldım. Sanki zaman durmuştu. Sanki dünya durmuştu. Öylece bakakaldım gözümü ayırmadan. Sonra, ayağa kalkmaya çalıştığını gördüm, ama ilk denemesinde başaramadı. Ona yardımcı olmak için kolundan tuttum.


“Durun, bacağınızı oynatmayın. Kırılmış olabilir,” dedim, endişem artarak.
Hâlâ sert cevaplar veriyordu.
“Ya sizin araba kullanırken önünüze bakmak gibi bir huyunuz yok mu?” diye sordu, öfkeyle.
“Birincisi, ben önüme bakıyorum araba kullanırken. İkincisi, üzerime kahve döküldü. Onu temizlemek için bir anlığına yola bakmadım ve siz birden yola atlayınca...” diye cevapladım, kendimi savunarak. Ancak lafımın bitmesine izin vermeyerek karşı çıktı:
“Benden özür dileyeceğinize beni suçluyorsunuz ne güzel ya,” dedi, öfkeyle.
Bu sefer ben de ses tonumu ciddileştirdim. “Bakın hanımefendi, özür dileyecek bir kabahatim olsa dilerdim.”
Az ilerideki yaya geçidini işaret ettim. “Bakın, az ileride yaya geçidi var. Oradan geçseydiniz, bütün bunlar olmazdı.”
Yaya geçidine bir göz attıktan sonra tekrar ayağa kalkmaya çalıştı. Ama canı acıdığı belliydi. Kolundan tutarak ayağa kalkmasına yardımcı oldum.
“Sizi hastaneye götürmemi ister misiniz?” diye sordum, endişeli bir ses tonuyla.
“Hayır, ben kendim giderim,” dedi, inatla.
Kaldırıma bile zor çıkıyordu, düşecek gibi oldu. Tekrar kolunu tutarak yardımcı oldum.
“ "Hanımefendi," dedim, mavi gözlerine bakarak. Gözleri beni adeta içine çekiyordu, ama hala kızgındı, ona çarptığım için.
"Lütfen kolumu bırakın," diye seslendi, bu sefer daha sakin bir tonla. Kaldırımın yanındaki yüksek taşa oturdu.

"Ben sadece size yardım etmek..." diye devam ettim, sözümü bir kez daha kesti.



"Siz yolunuza devam edin. Benim yüzümden işinize geç kalmayın," dedi, ayak bileğini ovalayarak. Canının yandığını biliyordum. Onu bu halde bırakıp gitmek istemiyordum, ama inatçıydı.

Alina'nın bu inatçılığı, hep devam etmişti. Şimdi de, tanıştığımız günkü gibi hala inatçıydı. Bir şeyi tutturdu mu yapmadan durmazdı. Ama ben de inatçıydım. Tekrar yanına gidip şansımı denedim.

"Hanımefendi, hastaneye gitmek istemediğinizden emin misiniz? Benim vaktim var, sizi götürebilirim," dedim, onu ikna etmek için.
“Eminim, gerek yok,” dedi, ayağını ileri geri oynatarak gösterdi.
“Bakın, kırık olsaydı oynatamazdım. Ama oynatabiliyorum,” diye ekledi.
“Peki, siz bilirsiniz. Geçmiş olsun,” dedim, anlayışla.
“Sağ olun,” diye karşılık verdi.
“İyi günler,” dedim ve arabama doğru ilerledim. Kendi kendine söylendiğini duydum.

“Of yaa, işe de geç kaldım. Müdür çok kızacak. Bu haftaki üçüncü geç kalmam olacak,” diye içinden geçirdiğini duyduğumda vazgeçtim gitmekten. Benim yüzümden müdürü işten kovabilirdi onu. Tekrar ikna etmek için yanına gittim.

“En azından sizi iş yerinize götürmemi izin verin, lütfen,” dedim, ısrarla.

“Teşekkür ederim, ben şuradan bir taksi ile giderim,” dedi, nazikçe reddederek.

Başkomiser Yavuz "Son Telefon Konuşması" Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin