...
Yürüdüğüm dik yokuşun, ayak tabanlarıma vuran sızısı, yanağımdaki tokadın sızısıyla eş değerdi. Göğsüm ağrıyor, üzerimdeki palto düştü düşecek bir konumdayken savsak adımlarım nereye doğru ilerliyordu, bilmiyordum. Öylece ilerliyor, bilmem kaç tane tenha sokağa dönüp bakmadan, küçümseyici bakışlar altında aşıyordum o yolu. Rüzgâr esiyordu sertçe, o esnada üşümekten ziyade kimsesizliğim vuruyordu yüzüme. Yetmiyor, gazlıyordum kendimi. Kaç yol gittin, Jungkook diyorum. Bu yol da biter sen bitmeden. Biraz daha yürüyorum sonra. Göğsümdeki ağrının, babamın sertçe itip kakmasından dolayı olduğunu düşünsem de yanılıyordum. Bitmiyordu. Orada, gitmek bilmeyen bir sancıyla katran gibi yapışmış, günden güne şiddetini arttırmıştı. Aylar, yıllar devrilmişti benimle beraber. Yıllardır bitmeyen bu sancının kahrıyla kamburlaşmıştı sırtım. Dik durdukça devriliyordum ama anlatamıyordum da. Tam boğazımda oluşmuş o yumru, tek kelime ettirmiyordu bana.
Yol bitiyor.
Adımlarım, nihayet duruyor. Sebepsiz, sabahtandır dolmayan gözlerim anında doluveriyor. Gülümsüyorum. Tam şakaklarıma vuran o ağrı nüksediyor yeniden. Bu sokakta kaç gece sabahladığımı anımsıyor, ilerliyorum evime. Evim diyorum ama haberi var mıdır bundan bilmiyorum. Taşlı yolun kaldırımları etrafında ağaçlar, her ağacın arasında da birer ışık vardı. Ona giden yolun, böylesine ışık saçıyor olması bir kez daha doğru hissettiriyor bana. Yine de, adımlarımın sonunda ulaşacağım o boşluğu biliyor olmak büküyordu boynumu. Umursamıyorum.
Kapı önündeki merdivene kuruluyorum yeniden. Evde olmadığını, hastanede sabahladığını bildiğimden gün doğmadan gideceğimi biliyorum. Telefonum susmuyor, annemin ve abimin endişe dolu mesajlarını görüyor olsam da umursamıyorum. Bir sigara çıkartıyorum cebimden, yakıyorum. Titreyen parmaklarım arasına kurulan sigarayı gençliğime benzetiyorum. Ne denli çabuk tükeniyor, hayretle izliyorum.
Tam bu sırada usul usul, yavaşça yanıma yaklaşan minik kediyi görüyor, sigarayı yarılamadan söndürüp atıyorum kenara. Alıp kucağıma okşuyorum tüylerini,"Sende mi evsiz kaldın, hm?" Karşılık olarak mırlamasıyla dudaklarımın titremesi bir oluyor. Paltomla sarıyorum minik bedenini. Sebepsiz, ona da bir sigara yakasım geliyor fakat tüylerini okşuyorum. Uyukluyor. Saatler geçiyor, aklımdaki bulantı geçmiyordu.
Sonra, taşlı yolun sonunda parlayan farlar dikkatimi çekiyor. Sırtımı yasladığım duvarda usulca dikleşiyorum. Kucağımdaki kedi, hareketimle beraber tırsmış, hemen kalkıp uzaklaşmıştı. Gözlerim ilk önce uzaklaşan küçük bedeni, sonra da hemen arabadan çıkan heybetli bedeni takip etmişti. Ufak, yaramaz bir çocuk gibi boynumu büktüm hemen. Mahcup olmuştum. Dizlerimi kendime çekip, kafamı oraya yasladım. Kalkıp gitmek istesem bile yapamıyor, göğsüm tatlı bir heyecanla hızlı hızlı inip kalkıyordu. Bu hareketim ise göğsümdeki ağrıyı çoğaltıyordu.
Çok geçmiyor, telaşlı adımları tam önümde biterken nefesimi tutuyorum. Kokusu yine de burnuma sızıyor, ağlamamak için direniyorum. Annemin, onca cevapsız arayıştan sonra çareyi Taehyung'da bulduğunu biliyorum fakat dizlerime yasladığım başımı kaldırmamakta inat ediyorum.
Taehyung, susuyor. Ben ise belki okşar başımı diye bekliyorum."Jeon,"diyor nihayetinde. Adımı çok görüyor dudaklarında, alınmıyorum. Hafiften nefes nefese, endişelendiğini düşünüyorum. Kısık, derin sesi mahvediyor beni. O sesin ilahi bir gücü olduğunu biliyorum zira gözlerimi doldurması sebebiyle başka bir şey bulamıyordum.
"Ne işin var burada?"
Dizlerime yaslı parmaklarım tenime daha çok batıyor. Ona, evime geldiğimi söylemek istesem de susuyorum. Derin, bıkkın bir nefes verdiğini işitsem de kalkacak gücü bulamıyor, onu daha çok sıkıyordum. İş, hastane arasında mekik dokuyor, uykusuz geceler yaşıyordu ve ben şimdi, böylesine bir inatla başına dert açarken haklı buluyorum onu. Uslanmazın teki olmalıydım.