Kunâla'nın gözlerinden, yıldız çocuğa.
Yaş 27.
7 yıllık ağıt bu.
Çilekeş bir ömrün henüz yarısında bile değilim ve bu yaşı görmemek için de az direnmedim tabi. Düz gitmişim, ters gitmişim, az ya da çok, nasıl ilerlediğimi bilmediğim bir yolda ilerlemişim yıllarca. Kimseler yanımda bulunmamış, arkamdakilerin parmak izleri sırtıma katran misali yapışmış, yalnızlık hüküm sürmüş bana. Aşk bana evvelinde uğramış ama yasa bürümüş, öylece geçip gitmiş yanımdan. O günden bu zamana kadar da yağmurlu geçirmişim günleri. Annem, hep yağmuru sevdiğimi söylerdi zaten, aksini de hiç iddia etmem. O gittikten sonra da çok yağdı yağmur. Tam göğsümden, gözlerime varıncaya kadar bir okyanus.
Ona değinmek bu kadar çabuk olmamalı diye geçirsem de içimden, okyanus; onun gözlerinde. Benim hayatımın, başlangıç ve dönüm noktası da tam orada bitiyor. Mucize ya da bir hediye diyebilirsiniz buna. Tanrı beni unutmuş saymışım ama 20'li yaşlarımın sonunda, bana bir lütuf niyetine sunulmuş varlığı.
Öyle kalem tutmasını iyi bilen biri de değilimdir ben. Basit bir avukatım yalnızca. Hani, şair mi etmiş beni, şiir mi onu da bilmem. Tek bildiğim, tüm sözcüklerimin karşılığı, tek bir isimde saklıydı. Belki, tüm şifa, derdime devâ, geçmişin izlerini kapatan o merhem...Gözleri, belki de hiç ediyor anlam denen illeti. İnsanın ırzına geçen bir güzellik var o gözlerde. Bir pırıltı, kocaman siyahlığın ortasında, kocaman bir ışıltı. Bakınca, derinden bir hisle, karşı konulamaz duygular barındırıyorsunuz. İçine çekiyor sizi dalgaları. Ki ölümün kıyısında dolanan birinin, böyle bir kıyıda yaşama koşması da onun güzelliğinden kaynaklı.
Jungkook, sevgisiyle tüm dünyayı kurtarabilirdi ve o kurtardı, tüm dünyasını.
Saatler akşamüzerini gösteriyor şimdi. Oyun hakkında bir şeyler anlatıyor bana. Tiyatro bitmiş, biz öylece yürüyoruz tenha sokaklarda. Onun sessiz sokakları bunlar, asla sessiz durmayan. İlk defa bir başına değil, benimle beraber ilerliyor.
Soğuk sebebiyle kırmızı kesilmiş burnu, dudakları sürekli ıslatmasından ötürü ıslak ve oyun hakkında dizdiği eleştirileri, heyecanla söylerken de büzülüveriyor. Hep, acımasızlığımdan yakınan kendisine, nasıl bir isyan dizdiğimden bihaber. "Jungkook,"diyesim geliyor ona. "Kahrolası güzelliğin varken, bana acımasızlıktan söz etme."
Sözcüklere dökmek kolay gibi gözükebilirdi fakat kolay değildi. Jungkook'u kırmak, o güzelliği görmezden gelmek hiçbir zaman kolay olmamıştı benim için. Varsın mecburiyet olsun, yahut korkaklık. Benim gibi bir adamın, merhametsiz yüreğinde aşka yer olmamış olsun, yine de var olan bir gerçeklik vardı ortada. Jungkook'un kimseye benzemediği, sanki tek ve aksi iddia edilemez bir gerçekti. Öyleydi. Aksini kim iddia edebilirdi? Onun, herkese karşı gösterdiği fevriliği, bir benim yanımda sönükken fakat o hâliyle bile parıldıyorken, aksi iddia edilebilir miydi? Edilemezdi.
"Canım, dinlemiyor musun sen beni?"
Tam da o noktaya değinecektim, diye geçirdim içimden. Güldüm ona. Gülüşüme anlamsızca baktı fakat iç çekmekten de alıkoyamadım kendimi. Elini sıkıca tutup, paltomun cebine koyarken de, biraz şaşırdı. Bu, yüzümdeki gülüşü büyültüp, önüme dönmeme sebep olmuştu.
Canım diyordu Jungkook bana. Öyle basitçe, her insanın ağzında önemini yitirmiş, klişeleşmiş, basitçe söylenmiş bir kelime belki de bu. Fakat öyle sıradan, öyle basit bir kelimenin, nefes alıyor gibi ağzında can bulabilmesi, ne tuhaftır ki şaşırılası gelmiyor bana. Bunu, dudaklarım dudaklarında, orada hayat buluyorken epey kavramıştım nihayetinde.