Bir önceki bölümü okuduğunuzdan emin olunuz.
...
Sayfalar, 7 yıl öncesine çevrilmişti. Şimdi, hikâyesi belirsiz bir gerçek ve bu gerçek denen illetin mağdurlarıydık hepimiz. Annemin gözyaşları, abimin feryâtları, canımın sızlanışları ve düşen omuzları...Hangi soru, cevabını bilmekten korkuturdu beni? Abimin,"Gitme, Jungkook. Bir katil büyütüyor elleri."demesi, hangi soruya kurban ederdi Taehyung'u? Yırtılan, saklanılmış ya da üstü karalanmış sayfalar... Hepsi, farklı yerlere dağılmış, anlamsız ve kopuk cümleler yığınıydı. Dinlemedim. Yalnızca, ayaklarımı yere çivilendiren, bana geciktiğimi düşündüren bir hızla kapıya atıldım. Ne annemi duydum, ne abimi. Sokakları bildim, bir de evimi.
Tam kapı ağzında tökezlemişti adımlarım çıkmadan evvel. Sanki bindiği arabanın hızına yetişebilecekmişim gibi, hızlanıyor, koşuyordum. Gücüm yettiğince, nefesim tükenircesine, evim sanki ardımda kalmamış gibi, göğsümdeki ağrının sebebine koşuyordum. Sokaklara uğruyorum, sokaklarda arıyorum ayak izlerini, kaç tanesinin bozuk ışıklandırmalarına çarpıp geçtiğimi bilmeden iniyorum yokuş aşağı, bulamıyorum. Bulamayacağımı zannediyorum belki.
"Yine mi?"dedirtiyor her şey bana. Mutluluğuma musallat olan her ne varsa, şimdi içimdeki öfkenin şiddettini arttırıyordu. Adımlarım hızlanırken, sokaklara haykırıyorum adını. Gitmediğini biliyorum, ayak izlerine rastlıyorum belli belirsiz. Arabasını görüyorum az ileride, sonra bir şeyler oluyor. Çok derin, sarsıcı, unutmamı imkânsız kılan, olduğum yerde adımlarımı yavaşlatıp, yelkenlerimi suya indiren bir şey. Duruyorum, sızlıyor içimde bir yerler, kaburgalarıma değin ağrıyorum.
Beni 16'ımda bulduğu yerde, dizlerini kendine çekip, sırtını adıyla ağladığım duvarlara yaslanmış bir şekilde duruşuna yalnız âhlar diziyorum.
Çok değil, saniyeler öncesine kadar bu sokak, yalnız benim yaralarıma ev sahipliği yapıyordu. Taehyung'un kaybolup giden silüetleri arasında, adını hunharca zikredip ağlayışlarım, düşüşlerim, yumruklarım, kanayan dizlerim, göğsümdeki ağrılarım...Bir şekilde, bu sokak yalnız benim yasımı tutuyordu. Tutuyor, saklıyor, yeri geliyor yüzüme vuruyordu. Şimdi, belki de o sületlerden biri oluvermişti Taehyung. O kaldırımın kanlı izlerinde birer yara olmuş, kabuğuna çekilmişti. Ama canımdı. Etimden, kemiğimden bir parça, acısı ise acımdı.
Durmadım, korkuyla ve öfkeyle kasılan suretimde yalnız hüzün yeşerttim. Küçücük kalmış bedenine yürüttüm adımlarımı, hiç bu kadar zor gelmemişti bu yokuşu inmek. Öyle ki, ayaklarımın altına gülle yerleştirmişler gibiydi. Adım attıkça yere çekiliyor, bir düşüşe yol alıyordum. Ama biliyordum ki bu sefer yarayı saran, yaralıydı. Kanı kan tutmaz, yara da yarayı saramazdı.
Tam önünde durdu adımlarım. Yıllar öncesi dizildi boğazıma, yutkunamadım. Belli, hırpalamış kendini. Sessizlik dediğime yağdırmış bütün öfkesini. Yeşertmiş, tuttuğunu kendinden çıkartmış, kanatmış parmak boğumlarını, gömleğinin iki yakası yana savrulmuş, saçlarını çekiştirmekten olsa gerek dağıtmış, sigara izmaritleri arasında otururken yalnız yarım saatte yedi yıllık ağıt taşımış, kapalı kirpiklerinde birikmiş gözyaşları. Canım gitmiş, ben duymamışım.
Anlamış gibi, daha çok yumdu gözlerini. Dudaklarıma kadar titredim zira öylesine korkuyordu ki, öylesine korkuyordu ki şimdi, unutmuştu gerçeğimi. Kaybetmiş sandı beni, unutmuştu tüm sözlerimi. İsmini fısıldadım dudaklarım arasında. Oysa bizi duyacak, aypılayacak kimsecikler yoktu bu tenhalıkta. Yalnız o vardı. Sanki sesimin desibeli yükselse, yer yarılacak, o içine gömülecekti. Duymadı beni.