...
Tam 7 yıl.
Taehyung'da var olduğum 7.yılın, 12.Ayındaydım. Savruluşum 7 yılı devirmiş olsa bile, Taehyung'un rüzgârı eminim ki bir ömür esecekti içimde zira Taehyung'dan bir parça taşımaktan ziyade, onu yaşadığımı fark etmek bile bu savruluşun tüm yıllarını kapsıyordu. Öyle ki, zamanın yörüngesinde bütünüyle değil, parça parça dağılmamın da sebebi buydu zira her bir yıl benden bir şeyler götürdüğü gibi, şimdiki asıl beni de oluşturmuştu. Aşk öldürdüğü gibi, yaşatıyordu da insanı. Gelecekte ya da geçmişte, fark etmiyordu.
Bilakis, gelecek; yarınları kapsadığı gibi, önümdeki birkaç saati de kapsıyordu. Şimdi, yeniden o ayna önünde, kendimi izliyor ve zihnime tüneyen düşünceleri geri savurmaya çalışıyordum. Geçmiş, her daim hayatımızın bir parçası olmuşken Taehyung'un geleceğine taş koyması, içimde gitmek bilmeyen kötü bir hissiyat oluşturuyor, zaman ilerledikçe ve o sustukça daha da çoğalıyordu.
Bu ayna önünde, saatleri devirmemin yaklaşık 2 saate tekabül ettiğinin henüz farkında değildim. Sürekli olarak saati kontrol ediyor, arada annemin, "Çabuk ol, deli oğlan. Gelecek şimdi çocuk."tarzında, hafif azarlar ses tonunu işitiyordum kapı arkasından. Bir yandan onu dinliyor, bir yandan da odamın dağınıklığını elden geldiğince toparlamaya çalışıyordum. Ne yazık ki, böylesi bir durumun başıma geleceği hiçbir vakit aklımın ucundan geçmediğinden dolayı, sürekli olarak bir panik halindeydim. Hatta öyle ki, kaç kez sakarlığımın kurbanı olmuştum bilmiyordum. Parmağımdaki kesiğin gözlerime çarpması da, kendi sersemliğime gülmeme sebep oluyordu zira Taehyung, aklımı tamamen kaçırmama sebep olmuştu. Bu, kaçınılmaz bir sondu.
Üzerimde, saatlerdir ne giyeceğim hakkında türlü türlü kıyafet deneyişimden sonra kararlaştırdığım lacivert bir gömlek, altımda da boru paça kot pantolon vardı. Saçlarım duştan hemen sonra, aceleyle kurutmamdan ötürü yine kabarıktı. Fakat, Taehyung'un saçımı böyleyken daha çok sevdiği bir gerçekken, benim de işime geldiği söylenebilirdi.
Derin bir nefes alıp yerimde duramayan ayaklarımı yan yana getirmiş, sırtımı dikleştirdikten sonra son kez kendime bakmıştım. Gayet sıradan oluşumun yanında, ne yaparsam yapayım Taehyung'un yanında ışığımın her daim söndüğünün bilincindeyim. Bu sebep, daha fazla oyalanmayı bir kenara atmış, az sonra geleceğinin gerginliği tüm vücuduma titreme olarak yansımıştı. Heyecan midemden bir sızı oluşturuyor, parmaklarımın içe bülüp kasılmasına neden oluyordu. Nihayetinde o kasılmayı önlemek amacıyla parmaklarımı birkaç kez açıp kapatmış, kapıya doğru ilerlemiştim. Kendimi odamdan dışarı attığım an, aldığım nefesi vermeye kalmadan gözlerim hemen önümdeki bedeni bulmuş, şaşkınlıktan ötürü kapı önüne mıhlanmıştım.
Tamamen kahverengi Taehyung ve tüm bu kahverengiye uyum sağlayan beyaz orkideler, sahiden de yapacağım tüm hareketin önünü kesmişti.
Benim gibi, üzerinde yakası tamamen iliklenmiş gömleği, kahve fakat kahvenin tonlarından oluşmuş kareli kumaş pantolonu, gömleğinin dirseklerine kadar sıyrılmış, geriye taranmış saçlarının ise tüm bu kahverengiliklere büyük bir ihtişamla uyum sağlaması dilimi lâl edecek türdendi. Gözleri parlıyor, tıpkı benim onu süzüşüm gibi, onun beni süzen gözlerinin vücudumun her bir zerresinde gezindiğini hissederken tenimin alev alev yandığını hissediyordum. Taehyung, dimağımda onu tanımlayabilecek hiçbir sözcük bırakmamıştı bende. Sadece sürekli yutkunuşundan ötürü hareket eden adem elmasının bile kutsal kitaplarda herhangi bir betimlemesi olmadığına emindim.
Evim, evimdeydi.
"Jungkook, yavrum, ne dikiliyorsun öyle? Gel haydi."
Annemin hafif azarlı sesiyle beraber kendime gelmiş, gözlerimi kaçırıp ona doğru ilerlerken parmaklarımın yumru oluşu gözünden kaçmamış gibiydi. Bunu, yüzünde peydahlanan gülümsemeden biliyordum. Tam önünde durduğumda, gözleri yüzümde bir kaşif gibi dolanıyordu. Koyu kahvelerimde, burnumda, yanağımda ve dudağımda, yamacımızda bulunan annemi bile unutmuş gibi, parlayan gözlerle beni süzüyordu ve ben duyuyordum.