Barış.
***
İnsanı en çok ailesi yıpratır, bir de ikinci ailesi olarak kalbine aldığı insan.Yataktan kalktığımda güneş hâlâ doğmamıştı. Bu gün Şafak yürüyüşü vardı, askerleri biraz zorlayacaktık.
Esneyip yerimden doğruldum. Banyoya elimi yüzümü yıkamak için girdiğimde aynadan gözlerim dudaklarıma kaymıştı.
"Dün öptü ulan"
Yüzümü ekşitip gözlerimi kaçırdım aynadaki suretimden.
"Orospu çocuğu ya. Kimsin ulan sen beni öpüyorsun? Yoook suç sende Barış. Niye ağzına iki geçirip kırmıyorsun çenesini? Salaksın, salak."
Elimi yüzümü yıkadıktan sonra hızlıca hazırlanıp evden çıkmış, askeriyeye doğru sürmeye başlamıştım.
Askeriyeye geldiğimde çoktan askerler sıraya girmiş hazırol da bekliyordu. Çavuş benim geldiğimi görür görmez askerlere bağırmıştı 'Dikkat!' diye.
Çavuşun yanındaki yerimi aldığında bana asker selamı verdiğinde, aynı şekilde selam verip önüme dönmüştüm.
"Günaydın!"
"Sağol!"
"Sağ baştan say!"
Bunu biraz daha kendime gelmek için yapmıştım. Askerler teker teker bir öne çıkıyorlardı. Alt dudağımı kemirirken çavuş çekingen bir haraket ile kulağıma eğildi.
"Komutanım... Çok geç kaldık güneş çıkarsa yürüyüş zorlaşır gitmeyelim mi artık?"
Son kişi de kendini o sırada söylemişti. Kafam ile çavuşu onaylayıp güneş gözlüklerimi takmış, ikinci komutu vermiştim.
"4'lü sıra olun!"
Hepsi 10'ar 10'ar ayrılmış kendi aralarında hafif mırıldanarak konuşurken sıra olmaya başlamıştı.
"Oğuz sen öne geç. 1. Gurupun başında sen ol"
"Emredersiniz komutanım"
"Emre 2 senin, Nazım 3 senin ve Muhammed 4'de senin evladım."
Hepsi sıranın başına geçtiğinde askeriyeden çıkmıştık. Bu orman yürüyüşünü çok saçma buluyordum.
İyi ki kendimle gelirken atıştırmalık bir şeyler almıştım bu süt bebelerine.
Yaklaşık 35 dakikalik dağ koşusunun ardından mola vermiş, aldığım meyvesuyu ve kekleri askerlere vermiştim.
Oğuz oturduğu yerden kalkıp yanıma oturmuştu. Cebinden bir zarf çıkartıp bana uzattı.
"Doruk yüzbaşı gönderdi komutanım"
Elindeki zarfa göz ucu ile bakıp almıştım.
"Ne varmış içinde?"
"Bilmiyorum komutanım sabah verdi, Ömer komutana ver dedi"
Kafam ile onaylayıp cebime attım hızlıca. Ne yazmıştı kim bilir yine ne saçmaladı ruh hastası.
10 dakikalık dinlenmenin ardından yeniden ayağa kalkmıştım.
"Hadi asker daha çok yolumuz var"
Askerlerde de bende de derman kalmamıştı, bir dahakine arabaya binebileceğim bir yol seçecektim.
Askerler önden ilerlerken arkadan ağır ağır yürüyordum. Yavaşça zarfı cebimden çıkartıp, içindeki kağıdı çıkarttım.
"Küçüğüme.
Dün akşamdan dolayı benim bildiğim Barış kesinlikle sittin sene yüzüme bakmaz. Seni seviyorum ama Barış, bütün kalbim ile bunu söylüyorum. Geldiğim ilk seni gördüğümde kalbimde oluşan o his, yıllar evvel seni son gördüğümde kalbimde olan o his ile aynıydı. Hiç bir zerresi hiç bir zaman değişmedi. Kaçtım diye bana kızgınsın. Seni anlıyorum ama şimdi sende bir askersin, gay olduğunu bilse insanlar ne yaparsın? Bunca erkeğin içinde bir başına. Zor bir zamandı küçük ve ben korkak bir adamdım.
Sevmek.
Sevdiğin kişiyle birlikte olmak değildir.
Unutma
Çünkü aşk;
Onunla yaşamak değil,
Onu yaşamaktır aslında."Bir de kendi gibi birinin şiirini sonuna koymuş yavşak it.
Askeriyeye geri döndüğümüzde askerlerde de bende de hâl kalmamıştı. Bütün gün hepsine izin vermiştim.
Ne kadar sert davransam da benim için çocuklarım gibilerdi hepsi. Odama çıktığımda kendimi sandalyeme bırakıp, hızlıca bir kağıt çekmeceden çıkartmıştım ve yazmaya başlamıştım.
"Aşkların en Küstahına
Kendin gibi bir adamın şiirini ancak yazardın sende. Daha kim için şiir yazdığını bilmeyen ayran gönüllü bir yazardı Nazım Hikmet, herkese mavi boncuklar dağıtırdı. Senin ondan farkın yok tek fark hapisten değil askeriyden mektup göndermen.
ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorumağaçlar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski İstanbul mudur?
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksunsevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu.Aşkı öğreneceğin tek adam Atilla İlhan'dır. Bana bir daha mektup da yazma, karşıma da çıkma. Dün geceki hatsizliğinin üzerine bir de küçücük çocuklar gibi mektup yazıyorsun. Hatsiz pislik!"
Dışarıdaki nöbetçi askeri çağırırken elimdeki kağıdı zarfa koyup, zarfı kapatmıştım. İçeri giren askere elimdeki zarfı uzattım.
"Bunu Doruk yüzbaşına ver Şeref"
"Emredersiniz komutanım"
Artık dinlenenilirdim. Kanepede yayılıp gözlerimi kapatmış dün geceyi yeniden aklımda canlandırmıştım.