Ve artık yeniden Barış olarak yazabilirim. İki tarafın ağzından yazmayı daha çok seviyorum. Bu sayende iki karakteri de anlamış olursunuz.
***Motorsikletimi park, edip kaskımı çıkartmış, motorsikletin kavrama koluna kaskı takmış, içeri yürümeye başlamıştım.
Askeriyedeki komutanları samimi bulmuyordum, belki de aile görmeye tahammülüm yoktu diye geç gelmiştim. Zaten hepsi gitmiş derken cibiliyetsiz 8 kişilik masada tek başına otururken karşılamıştı bakışlarıyla beni.
Kısık bir tonda "orospu çocuğu" diye mırıldanarak arada burada karşılaşıp iki üç kelam ettiğim elemanların masasına ilerlemiştim.
Ah şu Füsun. Hasan'ın dilinden düşmüyordu ne buluyordu bu kızda anlamıyordum ki. Şarkıyı kapatıp keyfimin yerinde olduğunu ispatlarcasına gülerek muhabbet etmeye başladım.
Bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum ama sikimde değildi. Bunu fark eden belli ki tek ben değildim Hasan'ın hemen karşısında oturan Kürşat hayırdır dercesine kafasını sallayıp Doruk'a dik dik baktı.
"Bi' sorun mu var gardaş"
Ah şu Adıyamanlılar... Bazen şivelerine gıcık oluyordum. Doruk yandan sırıtıp gözlerini benden çekmeden konuştu.
"Var gibi mi duruyor gardaş?"
Yüzümü ekşittim. Şu kelimeye tilt olmuştum şu an. İy gardaş ne ulan. Kürşat ayağa kalkıp göğsünü kabarttı.
"Hâl edelim istersen?"
Kafasını hayır anlamında sallayıp rakısından bir yudum daha aldı gevşek bir şekilde konuşmaya başlamadan önce Doruk.
"Barış komutan arkadaşına yüzbaşın olduğumu söylemek ister misin?"
Kaşlarım çatılmıştı, bu defa ben ayağa kalkıp ona doğru ilerledim. Masanın üzerine elimi koyup yüzüne eğildim.
"Doruk yüzbaşım."
Sinirden nefes alış verişlerim derinleşmiti, gözlerinin içine öfke ile bakıyordum.
"Her yeri askeriye olarak görüyorsunuz sanırım. Ayın artık burası lokal. Burada sikimin ucu bile değilsiniz."
Gülmeye başladı. Bir elini enseme yerleştirip parmak uçlarını ensemde gezdirerek okşarken gözlerimin içine yumuşak bir şekilde bakıyordu.
Yıllar önce baktığı gibi. Kendimi küçücük hissetmiştim. Aklıma bana yaşattığı hüsran gelince gözlerimi ağır bir şekilde yumup açtım.
"Ebeni siktim senin şimdi Doruk"
"Kürşat! Bu ibine sana kışkırdığını söyledi"
Hâlâ ayakta olan Kürşat elindeki bira bardağını yana atmıştı. Bir anda öyle bir bağırmıştı ki kahkaha atmamak için dilimi sertçe ısırmıştım.
"Laaan! Siktim şimdi seni yüzbaşı!"
Doruk gözlerini kocaman açıp bana baktığında yandan sırıtarak göz kırpmış, elindeki rakı bardağını alıp kafama dikmiştim.
Kürşat Doruk'un siyah gömleğinin yakasında tuttuğu gibi kaldırmıştı. Daha bir şey yapmaya kalmamıştı ki Doruk adamcağızın göğüs kafesine hafif sert bir yumruk atıp yere yığılmasını sağlamıştı.
Adam öksürerek nefes almaya çalışırken Doruk gömleğinin yakasını düzeltti.
"Abartıyorsun Barış"
"Siktir git o hâlde Doruk yüzbaşım"
Sinirden dişlerini birbirine sürterken beni bileğimden tuttuğu gibi dışarıya sürüklemeye başlamıştı.
Sanırım tenhada dayak yemek istiyordu. İtirat etmeden onun beni sürüklemesine izin verdim.
Dışarı çıkıp park edilmiş arabaların önüne geldiğimizde beni beyaz pasat'ın kapısına itmişti. Sertçe kapıya değen sırtım ile kaşlarım çatılmıştı.
"Ne istiyorsun ulan benden? Kaç sene geçmiş. Ne bu kin!"
"Sen! Sen ne yaptığını unuttun mu?"
Sustu bir an, bu defa ben ona doğru yürüyüp sertçe beyaz broadwaya doğru bedenini itmiş, üzerine gidip çenesine sert bir yumruk atmıştım.
"Gençliğimi kararttın ulan. Siktirip gitti, bıraktın beni o bankta bir başıma, o soğukta!"
Sesim titremeye başlarken gözlerim doldu. Nefes nefese gözlerinin içine bakarken şaşkın gözlerle bana bakıyordu.
"Ne bakıyorsun dangalak gibi‽"
Derin bir iç çekip yüzümü avuçlarının arasına aldığında ağlamaya başladığımı fark ettim. Beni kendine çekip başımı göğsüne yasladı. Zayıf bir şekilde kısık bir tonda konuştum.
"Çok yoruldum Doruk..."
Kollarımı bedenine sarıp ona iyice sokulmuştum. Birine sarılmaya ihtiyacım vardı. Başımı boynuna gömüp ona sıkıca sarılırken, başını başıma yaslamıştı.
"Geçecek Barış."
Buna neden oydu, onu itip öldürene kadar vurmak istiyordum ama şu an hiç gücüm yoktu.
"Senden nefret ediyorum"
Burnundan nefesini bırakarak güldü.
"Bende."
Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözleri gözlerim ile buluştuğunda zaman durmuş gibiydi.
Derin bir iç çekip gözlerini yavaşça dudaklarıma indirmişti.
"Ama senin yanındayken her şeyi sevebiliyorum. Yaşamayı, acıyı, kederi, mutluluğu, ölümü bile. Senin adının geçtiği her şeyi seviyorum"
Yüzüme eğilip başını yana hafifçe eğip gözlerini kapatmıştı. Ben ise donmuş gibi ona bakıyordum. Ondan sonra kimsenin dudakları dudaklarıma değmemişti. Alt Dudağımı dudaklarının arasına alıp yumuşak bir şekilde emmeye başladığında gözlerimi yavaşça yummuştum.
Dikleşip, kollarımı boynuna sardım. Ona yavaşça karşılık verirken beni belimden kavrayıp kendine çekmişti. O kadar hafif öpüyordu ki. Dudakları dudaklarımın üzerinde dans ediyordu âdeta.
Bir an kendime geldiğimde onu omuzlarından itip elimi dudaklarıma attım.
Bir iki adım geriye doğru ilerlerken hâlâ onun etkisinden kurtulmaya çalışıyordum. Gözlerini gözlerim ile buluşturup yüzümü izledi. Bir şey demek istemiyordum.
Koşar adımlarla motorsikletime doğru ilerledim. Kaskımı kafama hızlıca takıp ceketimin cebinden çıkarttığım anahtarı motorun yuvasına takmış çalıştırıp hızlıca sürmeye başlamıştım.
Sikeyim niye tutamadım kendimi, bok vardı karşılık verdin Barış.
Aptal Barış!