•"delilik" üzerine

145 16 7
                                    

Ben küçükken,tabi küçükken dediğime bakmayın,işte aile evinden ayrılana kadar, yazları babamın köyüne giderdik.Köy diye geçerdi haritada ama şehir merkezine oldukça yakın olan hatta içinde internet kafesi bile olan beldeden bozma 2562 nüfuslu bir kasabaydı aslında.

Millet yazlarını otellerde,deniz kıyısında geçirirken eğer memur çocuğuysanız ne yazık ki kendinizi 40 derecenin altında,çok afedersiniz götünüzden ter damlıyorken hasat yaparken bulurdunuz. Ve bütün bir kış okul yükünün altında kalmışken bir de yazın bedeninizi yormak,size dünyanın en boktan şeyi gibi gelirdi.

Bizim köyü severdim ben,her ne kadar ergenliğimde "Biz niye tatile bir yerlere gitmiyoruz,niye bu boktan köye gelmek zorundayız?" diye atarlanıp babamın kulağımı büke büke " Ulan eşek sıpası,baban şirket mi yönetiyor? Tatile gidecekmiş... Baban da gidiyordu tatile!" diye tam da Baby Boomers kuşağına yakışır bir tepki verse de.

Dört bir yanını saran kavak ağaçlarının rüzgarda çıkardığı sesi bahçe işi bitip de traktörün römorkunda eve dönerken dinlemek güzeldi.Hele dönüş yolunda batan güneş tam arkanızda kalıyorsa ve harika bir manzara yorgunluğunuza eşlik ediyorsa kendinizi yöresel bir dizide başrol gibi hissedebiliyordunuz. Ya da tüm çocuklarla o küçücük Yeşilsu gölü kenarında oynadığınız otelcilik oyınu çoğu zaman,tatile giden bir çocuğun yaz tatilinden daha eğlenceliydi. Tabi siz de tıpkı benim gibi olduğunuz için son cümlemin bir fakir edebiyatı avuntusu olduğunu biliyor,pek tabi akşama kadar kaydıraktan kayıp kocaman havuzlarda yüzen çocukların bizden daha iyi bir tatil geçirdiğini biliyorsunuz.

Yine de yemiş gibi yapın.

Her neyse,tabi bu kadar güzel bir yere Tanrı tüm şeytanlarını gönderemediği için bizim akrabaları göndermişti. Bu yüzdendir ki,köy bana ne kadar huzur verse de içindeki insanlar yüzünden 2 ay boyunca orada kalmayı sevmezdim.

Ama içlerinde öyle bir insan vardı ki,yaz tatili onun sayesinde biraz daha eğlenceli olurdu.

Bizim köyün delisi Michin.

Deli falandı ama senden benden daha akıllıydı. Küçükken geçirdiği bi ateşli hastalık sonucu hem aklını yitirdiği hem de dilsiz kaldığı söylentileri dolansa da ablasının da aynı hastalıktan,hatta daha şiddetlisi yüzünden yatağa zincirle bağlı olduğu söylentileri de az değildi. Bu da genetik olarak ona geçtiği tezine yöneltiyordu insanları.

Bana kalırsa Michin ikisi de değildi. Hatta deliye yatacak kadar akıllı biriydi. Yaz kış üzerinde aynı ince kazak olurdu. Yazın kısa kollu giymez,kışın kar yağarken bile onu kat kat görmezdiniz ama asla hasta da olmazdı. Sigara tiryakisiydi,yolunuzu keser sigara isterdi sizden. Köylüleri tanır,kimde sigara varsa ona gider,diğerlerini rahatsız etmezdi. Diyorum ya,akıllı delilerdendi bizim ki. Ne annesini ne babasını ne de şu meşhur ablasını görmüştüm,sanki sabahın 6'sında birden beliriyor ve karanlık çöktüğünde yok oluyordu.Bütün köyü baştan sona turlar ama en çok meydandaki bakkalın önünde oturmayı severdi. Çocukların çığlıkları köyü inlettiğinde anneler sokağa koşardı çünkü Michin'in öocukları kovalayıp tükürme gibi bir özelliği vardı. Göz göze gelmemeye çalışırlardı bu yüzden.

Köylü de çocuğundan yaşlısına alay ederdi onunla. Büyüklerinki genelde gülmeyle karışık laflarken çocukların tutumu daha acımasız olurdu.

Yine iğrenç bir sıcak yaz günü,tarlada iyi çalışmamın ödülü olarak annem kola almam için para vermişti.Tabiki soluğu bakkalda almıştım ama bir sorun vardı. Bakkalcı Joon amca dükkanda yoktu ve Michin'de tam kapının önündeki basamakta oturuyordu.7-8 yaşlarında bir şeydim ve diğer çocuklar kadar korkmasam da ondan çekiniyordum. Sigarasını söndürüp kafasını kaldırdığında bakışlarımız birleşti. Kaşları yavaşça çatılsa da bakışları boştu.Yavaşça yutkunduğumu ve elimdeki bozuk paraları sıktığımı hatırlıyorum.

"seni sevmek" üzerine | chanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin