BİR

3.1K 219 197
                                    

"Korkuyorum, karanlığın içinde gece, katillerin içinde canavar, düşmanların içinde hain, hainlerin içinde müttefik, kendi içimde  kaybolmaktan, çok korkuyorum.

Giriş

Molnár Krallığında, kış mevsimi geldiğinde, kale halkı, yüksek yamaçlarını döven okyanusun şehvetli dalgaları kadar gürültülü olurdu. Ayrıca bayraklarının motiflerine bile işlenen, halkının geçim kaynağı, doğanın ve tanrının nimetlerinden en büyüğü ve en kutsalı sayılan, balığın da en bol bulunduğu mevsimdi. Kış ayı, bolluğun ve bereketin ayıydı. Kale sokaklarında balık tezgahları boşalmaz, hiçbir aile gece karnı aç yatmazdı. İnsanların karnı tok iken müziğin, dansın ve eğlencenin ortaya çıkması kaçınılmazdı.
Şenlikler, soğuğun keskin darbelerine rağmen bütün sokakları dolduracak kadar kalabalık ve gösterişli olurdu. Çocuklar al al olmuş yanakları ve bileklerine kadar uzanan samur kürkleri ile oradan oraya koşuşturur, bazı halk sanatçıları türlü müzik aletleri ile gelenleri eğlendirir, hoş notaları sokaklara günlerce ev sahipliği yapardı. Soğuktan donan insanlar, ısınmak için içer, içtikçe sarhoş olur, sarhoş oldukça da müziğin ritmine kapılıp hiç durmadan dans ederlerdi.

Böylesi gösterişli bir etkinliğin, sarayın en küçük ve en yaramaz Prensi olan Jungkook Marcellus'u cezbetmesi ise yine kaçınılmaz olayların başında geliyordu. Prens kimliğini saklayıp halkın arasına karışmak son zamanlarda en çok sevdiği aktiviteydi. Ailesi katiyen saray dışına tek başına çıkmasına müsade etmiyordu. Ama damarlarında deli gibi akan gençlik ateşini söndürmenin bir yolu var mıydı?

Prens Jungkook, Kral Mateas'ın en küçük oğluydu. Kendinden yedi yaş büyük bir de abisi vardı. Veliaht Prens Namjoon, babasından sonra tahta geçecek kişiydi. Uzun boyu, geniş omuzları, keskin zekası ve ustaca kılıç kullanma becerileri ile bir Kral'ın adını taşımaya layıktı. Jungkook her zaman büyüyünce onun gibi olmak istedi. Onun akıl hocasıydı, ilham kaynağıydı, koruyucusu ve en yakın arkadaşıydı. Ama abisi malesef tahtın ve krallığın omuzlarına yüklediği sorumluluktan Jungkook gibi kolay kaçamıyordu.

Etrafa gülücükler saçarken, ona ikram edilen her şeyin tadına baktı. Yaşına uygun olmadığı için ona bir içki vememişlerdi ama sıcak şerbetin tadını hiçbir şeye değişmezdi. Ateşin etrafında zıplayarak eteklerini kaldıran birkaç kadının dansını izledi. Altlarında görülebilecek çıplak bir ten olmamasına rağmen onlara çığlıklarla tezahürat yapan erkeklere güldü. On üç yaşındaydı. Aptal, meraklı ve heyecanlı bir çocuktu. Beceriksizce dans edenleri taklit etmeye çalıştı. Annesi Kraliçe Silvia ve mürebbiyesi Bayan Greta, yakışıksız davranışlarını görse kalpten gitmeden önce ona iyi bir nutuk çekerlerdi. İyiki burada değillerdi.

Dansı, beceriksiz acemi adımlarla taklit ederken sert bir gülle gibi bir cisim ona çarptı. Zemine düşerken diz kapağından keskin bir acı hissetmişti. Acıyla inlerken ona çarpan bedene alnını örten kahküllerinin arasından baktı. Onun cüssesinin neredeyse iki katı büyüklüğündeydi ve kendisine iğrenç bir böcekmiş gibi tiskinerek bakıyordu. Jungkook korktu. Dizinin acısını bile unutmuştu. Üzerine siyah şapkalı bir pelerin giyen adamın yüzünde, alnından çenesine kadar uzanan derin kırmızı bir bıçak yarası vardı. Yıllara rağmen inatla iyileşmeyi reddeden bir yaraya benziyordu. Bakışlarının arasında karanlık aura ona yolundan çekilmesini adeta bağırıyordu. Jungkook sürünerek önünden çekildi. Adam, arkasında ilerleyen tıpkı onun gibi giyinmiş bir düzine adam ile birlikte kalabalık sokakta insanlar arasına karışmadan önce cüppesinin altından keskin bir kılıcın parıltısı küçük prensin gözlerini kamaştırdı.

Hainler Saltanatı (TaeKook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin