"Ne düşünüyordun!"dedi Veliaht, gözlerinin arkasında yanan alev, burnundan soluduğu hava, parmaklarının arasından damlayan kırmızı kan, Jungkook'u bir adım geri çekilecek kadar korkutmuştu. Öfkesindeki samimiyet hem şaşırtıcı hem de endişe vericiydi. Ama tek korkan esir prens değildi, Taehyung'un da aynı hisleri paylaşan bakışları vardı. Kolunun üzerindeki baskı, Veliaht onu geçidin önüne getirene kadar kaybolmamıştı.
Kelimeler boğazına yapışmıştı, çıkmıyordu. İlk kez Veliaht'a cevap veremiyordu, çünkü haklı olduğunu biliyordu. "Ben..." diyebildi sadece. Ne diyebilirdi ki?
"Cadılara güven olmaz Jungkook. Öğrenmek istediğin ne ise onu sana bir cadı vermez. Ne olacağını sanıyordun?"dedi Taehyung, nefesini sakinleştirmeye çalışarak bir kez daha denedi. "Ne olacağını sanıyordun, sana zarar verebilirdi."dedi. Bakışları, durgun sesin ardından birbirini buldu. Veliaht'ın zeytin taneleri kadar kara gözlerindeki alevler yerini yavaş yavaş küllere bırakmıştı.
Mahçup bir bakışla gözlerini kaçırdı, bakışları onu Veliaht'ın kendisi yerine kestiği avucuna kaydı. Alt dudağını ısırıp, ''Şifacıya görünmelisin.''dedi. Konuyu değiştirmek, cevap vermekten daha kolaydı. Çünkü istese de cevap veremezdi. Neyi duymak istediğinden bile emin değildi. Ama hata yapmıştı ve Taehyung'un eli için kendini suçlu hissediyordu. Rengi menekşeleri andıran lila bir mendil çıkarmak için kendi cebine uzandı, utana sıkıla esmer oğlanın kanlı elini alarak dikkatle sarmaya başladı. Hala taze yaraya çok baskı uygulamamaya özen göstererek basit bir düğüm attı.
Yumuşak bir bakışla karşıladı Veliaht, bakır saçlı oğlanın nazik hareketini. İki yıl boyunca savaşta sayısız kesikler almıştı vücuduna, hepsi önemsiz yaralardı, ertesi gün nerede olduğunu bile unuturdu çoğunlukla ama ilk kez bir kesiğin sızladığını hissetmişti. Elini hızla geri çekerek, ''Gidelim artık.''dedi Veliaht.
''Tamam.'' Sessizce onayladı Jungkook.
****
Ertesi gün Jungkook kendini Veliaht'ın odasına giden koridorda buldu. Ayakları tüm gün kendi odasının içinde dönüp durmuştu. Zihninde hep aynı şarkı gibi dolanan düşünceler artık başını ağrıtmaya başlamıştı. Elinde Taehyung'un dönerlerken gözlerine bağladığı mavi saten mendili oynamaktan buruşturmuştu. Suçluluk onu buraya Taehyung'un odasına getirmişti biliyordu. Kendi cezasını Veliaht'a çektirmek istemiyordu, ona borçlu hissetmek istemiyordu. Mendili verme bahanesi ile kara ahşaptan oyma kapıyı çalmak için uzandığında içeriden koyu kırmızı ipekten elbisesi ile Prenses Melody çıktığında ikili şaşkın bakışlarla birbirlerine bakmıştı kısa bir süre.
''Ne arıyorsun burada?''dedi saygıdan yoksun sesi ile Prenses Melody. Jungkook'un esir olduğunu biliyor olmalıydı, bunu aşağılayıcı bakışlarından bile anlayabilirdi. Jungkook daha cevap veremeden, bakışları eline kaydı ve mavi mendili gördüğünde hızla elinden koparırcasına çekti. ''Bu sende ne arıyor!''dedi.
''Çaldın mı? Cevap ver!''diye devam etti sert bir tonda.
''Hayır!''dedi yüksek sesle, suçlanma üzerine Jungkook'un öfkesi patlamaya hazır bir volkan gibi yükselmeye başlamıştı.
O sırada kapının önündeki sesleri duyan Veliaht dışarı çıktı. ''Ne oluyor?''diye sordu. Beyaz, günlük bir tunik giyiyordu, siyah saçları dağınık, gözleri yorgundu.
''Sana verdiğim mendili çalmış.''dedi Melody, daha ılımlı bir ifadeyle. Sesi yumuşamıştı ama ince kaşları hala çatıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hainler Saltanatı (TaeKook)
Ficción históricaJeon Jungkook esir bir prens olarak Veliaht Prens Taehyung'a hediye edilir. ***** "Ben kimsenin malı değilim! Hiç kimsenin değilim!" "Bu ülkede gözünün gördüğü her şey bana ait."dedi prens, tıpkı diğer gencin adımını taklit ederek, "Baktığın göky...