ÜÇ

1.4K 170 82
                                    

"Her şeyi olan adamın kaybedecek çok şeyi vardır."

İki yıl sonra...

Akrep, yelkovanı yelkovan ise Jungkook'u kovaladı. Takvimlerde sayılar bir eksilip bir çoğalırken zaman, yaşayan tüm canlılar için eşit derecede akıyordu. Krallara da, kölelere de güneş aynı anda doğup aynı anda battı. Jungkook bazı günler hiç uyanmamayı dilerdi, güneşin onun için yeni bir güne doğmamasını, zamanın onun için akmayı durdurmasını isterdi ama Jungkook'a inat öyle hızlı akıp gitti ki bir süre sonra prensin dilekleri tozlu raflara kalkıp bir daha aşağı hiç inmedi. Yaralar iyileşir ama yara izleri asla kaybolmazdı. Belki canınız eskisi kadar acımazdı ama yaranın anılarını her zaman üzerinizde mühür gibi taşırdınız. Ne zaman parmak uçlarınızla dokunsanız kabuk bağlamış yaraya, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlardınız.

On üç yaşında bir çocuk olarak girdiği bu sarayda şimdi on yedisine ulaşmış genç bir erkekti. Hala bir prensti, hala bir esirdi ama bazı şeyler istemsizce değişti. Taehyung'un ona yerini hatırlattığı günden sonra kendini derslere ve kitaplara verdi. Hayatı, bir sarayın surları tarafından çevriliydi, gidebileceği yerler sınırlıydı bu yüzden hayallerini kitaplarda yaşadı. Kitaplarla uçsuz bucaksız krallıklara seyahat etti, denizleri ve diyarları aştı, küçücük dünyasını, sınırları olmayan kocaman bir atlasa çevirdi. İstemsizce, bilgiler; onu daha bilge daha özverili biri haline getirdi.

Kraliçe Roxana ona Jin'in derslerinde yardımcı olmasını rica ettiğinde kabul etti. Çünkü bu insanlara bir borcu kalsın istemiyordu. Zamanla hem Roxana'ya hem de Jin'e alışıverdi. Taehyung'a gelince o iki yıl önce 'Veliahtlığa' layık bir prens olmak ve kendini kanıtlamak için güneşin doğduğu topraklara sefere gitti. İki yıl boyunca, Kraliçe Roxana'ya ve Kral Petrovic'e yazdığı mektuplar dışında onu ne görmüş ne duymuştu. Sonunda zaferle geri döneceği gün gelip çattığında Jungkook'un aklında hala Taehyung'la gitmeden önce ettiği kavganın rahatsız edici anıları vardı. Ama aradan oldukça uzun bir zaman geçmişti, Veliaht çoktan unutmuş olmalıydı.

Yine de sarayın ana bahçesinde Kral ve ailesi ile birlikte Taehyung'un dönüşünü beklerken huzursuzdu. Kral Petrovic onun sevgili karısı Roxana ve küçük oğulları ile birlikte ön tarafta beklerken Jungkook birkaç adım gerilerindeydi. Kale kapısı ağır ağır açılırken Taehyung, simsiyah atı ile içeri girdi. Taehyung atından zarif bir atlamayla indiğinde Kraliçe daha fazla dayanamamış ve iki yıldır görmediği oğluna koşarak kollarını açmıştı. Veliaht annesinin küçük bedenini kolları arasına alırken Jungkook ne kadar büyüdüğünün farkına o an vardı. Veliaht'ın boyu gittiğinin üzerine ikiye katlanmış gibi uzamıştı.  Kemikleri kılıcı kadar keskin ve sert, gövdesi kalkanı kadar genişti. Beyaz tuniğinin düğmeleri kaslı göğüslerinin arasına kadar açıktı. Zamanın ve savaşın sert rüzgârları onu kocaman, sarsılmaz bir erkek yapmıştı.

''Oğlum, çok özledim seni.'' Dedi Roxana gözlerinden düşmeye hazır yaşlarla, ''Bakayım sana, çok yakışıklı bir erkek olmuşsun.'' Yıllardır oğlunu görememenin hasretiyle harmanlanmış sesiyle defalarca çekti çekti sarıldı oğluna, bir rüyadan ayılmış gibi geliyordu sesi.

''Ben de sizi çok özledim anne. Sen de çok zayıflamışsın kendine dikkat etmiyor musun?''
Dedi Veliaht, o da tıpkı annesi gibi özlemini içinde yaşamıştı. Savaştayken onu hayatta tutan şeylerden biriydi annesi, iki yıl önce bu saraydan çıkmadan önce de aynı böyle kollarına almıştı, onu saran kollar aynıydı ama arasındaki beden artık çok değişmişti. Günahları vardı artık. Büyüdükçe masumiyetinin kaybolacağını yerine affedilmesi imkansız günahların olacağını söylemişti babası, bir kral olduğunda, bir asker olduğunda ve en önemlisi katil olduğunda bunu anlayacağını da söylemişti. Savaş ona iyi bir insan olmayı değil iyi bir kral olmayı öğretmişti.

Hainler Saltanatı (TaeKook)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin