-2-

67 10 5
                                    

05. 03. 2021

Yalnızlık acayip bir şeydi. Her zaman yalnızdınız lakin onun farkına daha sonra varıyordunuz. Yalnız ölürdünüz, yalnız doğardınız lakin yaşarken bunun farkına varamazdınız. Yalnızlık hissi üzgünken, başınıza bir olay geldiği zaman farkına varacağınız bir şeydi. Ne kadar erken farkına varırsanız sizin için o kadar iyi olurdu. Min Yoongi, yalnız olduğunu lisenin başında fark etmişti. Annesi ve babası sarhoş bir adamın aptallığından gittiği zaman farkına varmıştı lakin şimdi daha kötüydü.

Tam olarak hastaneden kaç dakika önce çıkmıştı bilmiyordu fakat yine hastanedeydi. Beyaz çarşaflı bir yatakta uzanmış, kolunda bir serum, tek kişilikli odada yalnızdı. Yalnızlığı iliklerine kadar hissediyordu. Odanın bir duvarı boydan boya cam ile kaplıydı. Yüksek binalı hastane sayesinde dışarıda gelip giden arabaları, insanları görebiliyordu. Öğlen saatlerini çoktan geçmişlerdi. İnsanlar yavaş yavaş evlerine geri dönüyorlardı bile ama onun yanına gelen kimseler yoktu. Onun kimsesi yoktu. Yalnızdı ve hiç bu kadar yalnız olduğunu hissetmemişti.

Hamileliği boyunca ablasının ve abisinin olduğunu sanıyordu lakin şimdi fark ediyordu ki onlar parası için yanındaydı. Yalnızca daha fazla para için onun yanındaydılar. Yoongi'nin şoförü yatağının hemen yanındaki komodinler ve Yoongi'nin yatığı yatak haricindeki tek eşya olan deri sandalyeye oturmuştu. Ablasına ve abisine belki yirmi belki de on beş dakika önce haber vermişti lakin gelen de giden de yoktu. Yalnızdı, işte. Bunun başka açıklaması olabilir miydi ki? O, Min Yoongi'ydi. Vermeyi bildiği gibi almasını da bilirdi, elbette. Alacaktı ve acımayacaktı.

Kolundaki serum bittiğinde şoförü hemşireyi çağırmış ve on dakikalık kontrolden sonra bacaklarındaki ve sırtındaki hasardan dolayı ağrısı olan Yoongi'yi dikkatle tekerlekli sandalyeye oturtmuşlardı. Şoförü onu otoparka kadar götürürken Yoongi'nin yüzü bir hayli sert ve soğuktu. Bakmaktan kaçınacağınız türdendi. Henüz hastanenin girişinden çıktıklarından Yoongi ablasını gördü. Ona doğru sakin adımlar ile gelen orta yaştaki birbirlerine zıt iki yüz yakınlaşıyordu. Ablasının gözleri büyüktü ve saçları seyrekti. Burnu Yoongi'nin burnuna oranla daha büyüktü. Dudakları dolgun olmadığından dudaklarını botoks ile şişirmişti. İğrençti. Ona bakarken yalnızca bunu düşünüyordu.

Birden midesi bulandı. Eli hızla ağzına giderken öğürmüştü. Şoför hareket ettirdiği tekerlekli sandalyeyi durdurarak Yoongi'ye baktı. Yoongi ise onu fark etmemiş şiş karnının izin verdiği kadar yana dönerek kusmuştu. Yediği tek şey çilekli sufleydi ve artık o da midesinde değildi. Orta yaştaki şoför cebinden mendilini çıkartarak hamile güzel adamın ağzını silerek tekerlekli sandalyeyi oradan uzaklaştırdı. Yoongi'nin ablası ise yalnızca durmuş ve bakıyordu. Ne kadar da aptaldı, öyle.

"Beni eve götür, lütfen. O kadın ile konuşmak istemiyorum." Yoongi'nin düz sesi ile orta yaştaki adam endişelense dahi onaylayarak otoparka ilerlemişti. Yoongi'nin ablası Min Hana'nın tam olarak tersi yönünde kalan girişin sol tarafındaki yöne ilerlemişti. Min Hana ise sırıtıyordu. Yoongi'nin her şeyini aldığının bilincinde olarak rahattı. Peki, ya gerçekten almış mıydı? Belki de yalnızca Yoongi'yi hafife alıyordu, ha? Kim bilir?

Orta yaştaki adam Yoongi'yi arabaya dikkatle bindirdikten sonra tekerlekli sandalyeyi kapatmış, bagaja yerleştirerek yerine geçmişti. Siyah Mercedes otoparktan çıkarken Yoongi'nin düz sesi sessizlikte yankılandı. "Şirkete gidiyoruz." Orta yaştaki adam bu tonu bilirdi. Yılladır, Min Yoongi ile çalışıyordu. Nasıl bilmesindi ki? Bir şey demedi ve şirkete sürdü.

Min Yoongi ise geri dönmüştü. İşte dinlenme vakti bu kadardı. İnsanlara güven olmadığını yine acı bir şekilde öğrenmişti. Şimdi ise bedelini ödetmek için her zamankinden daha hırslıydı. O, Min Yoongi'ydi. Düştüğü yerden daha güçlü bir şekilde ayağa kalkardı. Kimsenin onu kaldırmasını beklemez, kaldırmayacağını bilirdi. Kendini düştüğü yerden çıkandan daha güçlü başka biri var mıydı ki?

Dear daisy [TaeGi]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin