Yorumlarınız ve oylarınızı eksik etmeyin~
Çok öpücük,
Zeus
💜✨
~
Günün hangi saatinde uyandığımı gerçekten hatırlamıyordum ancak bir önemi var mıydı ondan da emin değildim. Tek başına kaldığım iki hatlı bir evde, geçirdiğim sanırım 3 ya da 4.haftaydı. İnsanın günleri rüzgârda savrulan toz taneleri gibi olabilir miydi? Benim öyleydi.
Amerikadan Koreye döndüğümden beri önceki hayatımdan tamamiyle kopmuş gibiydim. Seul'e geldiğim ilk günü hatırlamıyordum. Sanırım beni hava alanında karşılaşan Chenle olmuştu. İlk birkaç gün onunla kalmıştım. Elinden geldiğince yanımda olmaya çalışıyordu. İlk günler o da dahil kimseyle iletişim kurmuyor, yemek yemiyor ve doğru düzgün uyumuyordum. Bu şekilde yaşayarak etrafımdakileri üzdüğümün ve can sıktığımın farkındaydım. Daha fazla arkadaşımın düzenini işgal etmeyerek kendime kiraladığım bu eve gelmiştim. Gerçi hoş... bu evi de Chenle bulmuştu. Ona ciddi anlamda yük oluyordum.
Gelişimin ilk haftasında benimle ne kadar konuşsa ve ikna etmeye çalışsa da bir kliniğe yatmayı reddetmiştim. Deli değildim, kafayı yememiştim. Asıl kliniğe yatıp tedavi olması gereken başkalarıydı(!). Chenle'nin bu ısrarını geri çevirsemde tanıdıkları sayesinde hatta sanırım Bay Taeyong'un da araya girip bu konuyla ilgilenmesiyle bir psikologla görüşmeye gitmeyi kabul etmiştim.
Fazla tepkili ve tamamen kapalı olsam da gün geçtikçe oraya gidip konuşmak ve iyileşmek adına bir şeyler yapmak beni rahatlatıyordu. Fakat yine de hiçbir şey tam olarak iyi değildi ve asla eskisi gibi olmayacağımı biliyordum. Kalbim yerinden bir bıçakla sökülmüştü. Yıllardır bir aptal gibi o pisliğin kuklası olarak yaşadığım- yaşadığımı sandığım- yetmezmiş gibi bir de dünyanın en tatlı annesini, benim biricik annemi... Hayır. Bunu asla dile getiremiyordum. Hayatımın kocaman karanlık bir gerçeği olsa da bu gerçeği kabullenmek zorunda olsam da asla dile getiremiyordum.
Görüşmeye haftada bazen iki bazen üç gün gidiyordum. Asla aksatamıyordum çünkü Chenle başımda bir asker gibiydi, ayrıyeten Bay Taeyong'dan da bu konuda çekiniyordum. Normalde asla umurlarında olmaması gerekirken benimle tahmin ettiğimden daha çok ilgilenmişti. Bu konuda şaşırıyordum. Çünkü benimle öz babam- aslında hiçbir şeyim olmayan bir pislik- bile ilgilenmiyorken Jung ailesinden gördüğüm ilgi gerçek gibi gelmiyordu. Kore'ye dönüşümden beri iki defa telefonda konuşmuştuk. Daha doğrusu Chenle aracılığıyla iletişime geçmiştik çünkü telefon bile kullanmayı bırakmıştım.
Uyandığımda bugün hava her zamankinden daha berbattı. Genellikle kapalı ve yağışlı olan hava yaz ortasında olmamıza rağmen gökyüzü oldukça gri görünüyordu. Belki de benim için mevsimler de bir anlam ifade etmediğinden pek önemsemiyordum. Duştan çıktan sonra koca evin sessizliğinde boğulmaya devam ederken kendime koyduğum iki kaşık mısır gevreğini yemiş ölmemek için birkaç yudum da su içmiştim.
Evin büyük mutfağında bulunan telefona sesli mesaj geldiğinde otomatik olarak ses kaydını dinlemeye başlamıştım. Saçlarım hâlâ ıslaktı ve üzerimde yalnız tişört ve baksırım vardı. Mısır gevreğinden aldığım birkaç lokma bile ağzımda büyüyordu. Sanırım fazla zayıflamıştım. Bunu beni uzun süre görmeyen biri daha iyi fark ederdi. İlk mesaj tabii ki Chenle'dendi.
CHENLE: "Hâlâ telefon kullanmamakta ısrarcı mısın cidden?! Sürekli sesli mesaj bırakarak mı iletişim kuracağız? Ne gıcık adamsın! Tanrım... Uyandığında hazırlan. Bugün 14.30 da Bay SeokJin'le randevun var. Seansa geç kalma. Çıkınca da bana uğra. Akşam arkadaşlarla bizde yemek yiyeceğiz. Hemen gidip hazırlan Lee Haechan!.."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Academy of lovers | For Markhyuck
FanfictionHaechan soyunma odasına adımladığında su sesine doğru yönelmişti. Suyun altında ıslanan bedeni gördüğünde yutkunmuş ve son ana kadar gizlice onu izlemişti. Henüz duştan çıkmış bedeni üzerinde, saçlarından damlayan sular parıldarken Mark'a doğru adı...